.

Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi’nin on beşinci yılını idrak ettiğimiz 2010 yılının bu ilk sayısı, özel bir dosya konusuna sahip olmasa da “gelenek” kavramının felsefeden tefsire, kelâmdan fıkha farklı disiplinlerde taşıdığı anlam(lar)ın ve bu anlam(lar)ın tarih içinde ve modern zamanlarda algılanış şekillerinin ayrıntılı olarak ele alındığı beş yazıdan oluşuyor.

İslam düşüncesi açısından “ilmî gelenek” meselesinin anlaşılabilmesi ve bu geleneğin günümüz için taşıdığı anlam ve önemin tespiti için vazgeçilmez bir yere sahip olan “şerh ve haşiye” konusu İsmail Kara tarafından derginin ilk yazısında muhtelif yönleriyle ve büyük bir vukûfiyetle değerlendiriliyor: “‘Unuttuklarını Hatırla!’ Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not”. Klasik telif türlerinin umumiyetle bir metin üzerine yapılan çalışmalarla varlık kazanıp geliştiğini belirten Kara, esas alınan metnin tercih edilme sebepleri arasında kısalığı, dil itibariyle muhkemliği, ders kitabı olması, kolay ezberlenebilirliği, müellifi, kutsallığı veya bereketli kabul edilmesi gibi hususların ön plana çıktığını, bunun yanı sıra ilim anlayışı, geleneği sürdürme, hoca-talebe münasebetleri gibi başkaca etkili unsurların da bulunduğunu ifade ediyor. Kara’ya göre klasik telif türlerinin, bu arada şerh, haşiye ve telhislerin zayıf, verimsiz, vasıfsız birer telif türü olarak anlaşılmaya başlanması, giderek ağır tenkitlere konu edilmesi ve muteber kaynak metin olmaktan uzaklaştırılması, büyük ölçüde İslam dünyasının kendine yeterlilik fikrini kaybetmesi ve güvensiz bir ortama düşmesiyle alakalıdır. Bu tespitten hareketle Kara, makalesinde, İslam ilim ve kültür mirasının kuşatılabilmesi için çok önemli olan telif türlerinin ortaya çıkışı, mantığı ve sistematiği üzerinde durduktan sonra modernleşme döneminde bu türlere yöneltilen tenkitler ve bunların gizli veya açık sebepleri ile neticelerini ele alıyor; bunu yaparken de şerh ve haşiyelere hem psikolojik hem de fiilî olarak dönmeyi başaramadan İslamî ilimlerle irtibata geçmenin mümkün olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor.

İsmail Kara’nın şerh-haşiye meselesi etrafında İslam düşünce geleneğiyle irtibat konusunda çizdiği çerçeve ve yaptığı yorumlar, M. Suat Mertoğlu tarafından kaleme alınan “‘Doğrudan Doğruya Kur’an’dan Alıp İlhamı’: Kur’an’a Dönüş’ten Kur’an İslamı’na” başlıklı yazıyla farklı bir zaviyeden destekleniyor denebilir. Mertoğlu, yazısında, modern dönemde yaşanan gelişmelerin Müslümanların zihin dünyalarında oluşturduğu etkiler içinde özel bir yere sahip olan, İslam’ın hangi kaynaklardan ve nasıl anlaşılacağı, tarih boyunca bu uğurda ortaya konan tecrübe ve birikime/geleneğe karşı nasıl bir yaklaşım sergileneceği sorusu çerçevesinde gündeme gelen “Kur’an’a Dönüş Hareketi”ni ve onun uzantısı olarak görülebilecek olan “Kur’an İslamı” söylemini değerlendiriyor. Bu hareketin ve söylemin tarihî arka planına işaret ettikten sonra karakteristik bazı özellikleri ve altında yatan muhtemel bazı sâikleri tespit eden Mertoğlu, Kur’an’a dönüş hareketi ve onun bazı taleplerinin uç noktalara götürülmesiyle oluşan Kur’an İslamı söyleminin, kimi Müslüman entelektüellerin modern şartların dayatmaları karşısında gelenek engelini bertaraf ederek bir çıkış yolu bulma ve çağdaş bir İslam anlayışı oluşturma gayretleri ile alakalı olduğu sonucuna ulaşıyor. Ayrıca Mertoğlu, Kur’an’ın Müslümanlar nezdindeki tartışılmaz otoritesinin ve ileri sürülen fikirleri Kur’an’a tasdik ettirme anlamında bir meşruiyet arayışının, Kur’an merkezli bir din tasavvurunu ve İslam dünyasının aktüel durumuna Kur’an perspektifinden bir açıklama ihtiyacını gündeme getirdiğini vurguluyor.

Bu sayının üçüncü yazısı “İbn Sînâ’nın Kelâmcıların Hudûs Görüşüne Yönelttiği Eleştiriler” başlığıyla Muhammet Fatih Kılıç’a ait. İslam düşüncesinin iki büyük geleneği olan kelâm ve felsefe arasındaki ilişkiler son yıllarda yerli-yabancı pek çok araştırmacı tarafından daha ayrıntılı bir şekilde incelenmekte. Kılıç da bu çalışmasında İslam felsefesi geleneğinin en etkili ismi olarak nitelenebilecek olan İbn Sînâ’nın, kelâmcıların Tanrı-âlem ilişkisini açıklamada başvurdukları temel kavram durumundaki hudûsa yönelttiği eleştirileri ele alıyor. Tanrı kanıtlamasına zemin hazırlaması açısından âlemin sonradan yaratılmışlığı, bu çerçevede Tanrı’nın en belirleyici sıfatı olarak ezelîliğin ortaya çıkması ve sıfatlar probleminin hâdis âlem fikrini anlamsız kılmayacak bir şekilde çözülmesine ilişkin gayret, kelâmcıların hudûs görüşünün Kılıç’ın çalışmasında ele alınan boyutlarını oluşturuyor. İbn Sînâ’nın kelâmcıların hudûs anlayışına yönelttiği eleştiriler ise Kılıç’a göre dört noktada toplanıyor: İlk olarak âlemin hâdis olduğu düşüncesi birbirini doğuran ve teselsüle yol açan bir zaman anlayışını ortaya çıkardığından mantıksal açıdan kesinlik ifade etmez ve dolayısıyla kabul edilemez. İkinci olarak âlemin hâdis olması, tek başına bizi onun bir muhdisi olduğu sonucuna götürmez. Üçüncü olarak hudûs görüşü çerçevesinde kaldığımızda âlemin varlığının devamı hakkında muhdisin bir etkisinden bahsetmemiz imkânsızdır. Dördüncü olarak hudûs görüşü, Tanrı’nın yaratma fiilini sonraya bıraktığı için Tanrı’yı işlevsizleştirmektedir. Kılıç’ın çalışması, felsefe ve kelâm arasındaki ilişkileri sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmemiz açısından bize önemli ipuçları sağlıyor.

Mustakim Arıcı’nın “İbn Sînâcı Felsefe Geleneğinin Oluşumu ve Behmenyâr’ın Felsefe Tasavvuru” isimli makalesi, gelenek bağlamında bu sayıda yer verdiğimiz bir diğer yazı. Behmenyâr b. Merzübân (ö. 458/1066) İbn Sînâ’nın ilk kuşak öğrencilerinin en tanınmışlarından biri olup İbn Sînâ ile uzun yıllar geçirmiş ve üstadıyla felsefenin çetin konularında ilmî müzakerelerde bulunmuştur. Arıcı’ya göre Behmenyâr’ın en önemli işlevi, İbn Sînâ felsefesinin sonraki kuşaklara aktarılmasındaki katkısıdır. Behmenyâr’ın öğrencisi Levkerî İbn Sînâ ekolünü devam ettirmiş, daha sonra bu çizgi Osmanlı ve İran coğrafyasında sadece felsefe değil, kelâm ve tasavvuf üzerinde de etkili olmuştur. Behmenyâr’ın hayatı hakkında bilgi verdikten sonra onun temel eseri olan et-Tahsîl çerçevesinde nazarî felsefe anlayışını ve metafizik tasavvurunu ortaya koyan ve İbn Sînâ’dan ayrıldığı noktaları belirlemeye çalışan Arıcı, bu sayede sadece bir felsefe geleneğinin nasıl oluştuğuna dair kıymetli bilgiler sunmakla kalmamakta, bu geleneğin etkileri hakkında da önemli değerlendirme ve mukayeselerde bulunmaktadır.

Bu sayının “Mezhebe Karşı İctihad: Şevkânî’nin İctihad Düşüncesi ve Mezhep Eleştirisi” adlı son yazısı Nail Okuyucu’ya ait. Okuyucu, yazısında, İslam dünyasındaki modernleşme tecrübesinin öncesinde ortaya çıkan ihyâ hareketleri içinde önemli bir konuma sahip olan Yemenli alim Şevkânî’nin (1760-1834) ictihad anlayışını ve bu çerçevede “mezhep” fikrine yönelttiği eleştirileri inceliyor. Okuyucu’ya göre Şevkânî, ictihad-taklid ve mezhebe intisap meseleleri etrafında şekillenen bir fıkıh tarihi anlayışına sahiptir. İctihad kapısının kapandığı fikrine şiddetle karşı çıkan Şevkânî, mezhebe intisabı ve taklidi yanlış bularak mezhepleri bid‘at olarak nitelemiştir. Çalışmasında Şevkânî’nin ictihad ile mezhebe intisap hakkındaki görüşlerini bir arada ele alan Okuyucu, onun, bu iki kavram etrafında şekillendirdiği fıkıh tarihi anlayışı incelemekte, Şevkânî öncesi dönemde fıkhî çevrelerde hâkim olan tavra ve bu tavrın karşılaştığı tenkitlere kısaca değindikten sonra Şevkânî’nin ictihad anlayışını, taklide karşı çıkışının temellerini, delillere ve re’ye yaklaşımını değerlendirmektedir. Bu çerçevede Okuyucu, Şevkânî’nin fıkıh tarihine yönelik tenkitlerini ve bu tarihin önemli bir kısmında hâkim olan mezhepler hakkındaki görüşlerini irdeleyerek mezhep eleştirisinin temellerini oluşturan, mezhep imamları ile mezheplerin ortaya çıkış ve yayılışı hakkındaki görüşleri, intisaba bakışı ve müntesiplere yönelik tenkitlerini ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır.

Bu sayıda ayrıca altı kitap değerlendirmesine yer veriyoruz. Mustafa Macit Karagözoğlu, Scott C. Lucas’ın Constructive Critics, Hadith Literature, and the Articulation of Sunni Islam: The Legacy of the Generation of Ibn Sa‘d, Ibn Ma‘în, and Ibn Hanbal; Nurullah Ardıç, Noah Feldman’ın The Fall and Rise of the Islamic State; Özgür Kavak, Râif Muhammed Abdülazîz en-Nü‘aym’ın el-Fikrü’s-siyâsî inde’l-İmâm el-Cüveynî; Mesut Özcan; Stig Jarle Hansen, Atle Mesoy ve Tuncay Kardaş tarafından yayına hazırlanan The Borders of Islam: Exploring Samuel Huntington’s Faultlines, from Al-Andalus to the Virtual Ummah; Tamer Yıldırım, R. Rorty ve G. Vattimo’nun Dinin Geleceği ve Halil Aydınalp, Omar Ashour’un The De-Radicalization of Jihadists: Transforming Armed Islamist Movements adlı eserini ayrıntılı bir şeklide değerlendiriyor. Gelecek sayıda görüşmek üzere…

 

Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi



Yorum yazın

Yorum yapmak için giriş yapın.