20

Makaleler

Yönetici peygamber olarak Hz. Muhammed

Resulullah'ın peygamberlik misyonu ferdî ve manevî hayatın olduğu kadar sosyal ve maddî hayatın da mükemmellik ölçüsünü ortaya koymayı, her iki alanda da insanlara kılavuzluk yapmayı kapsamaktadır. Hz. Peygamber'in görevi sadece kendisine verilen vahyi tebliğle sınırlı değildi; getirdiği dinin esaslarını açıklayıp bizzat yaşamak, gönderildiği toplumu bu doğrultuda yönetip yönlendirmek, ferdî ve toplumsal planda bir dönüşümü sağlayarak yeni bir toplum modeli oluşturmak da onun görevleri arasındaydı. Hz. Peygamber'in insanlık tarihinde siyasî, hukukî, ekonomik ve sosyal alanlarda ortaya koyduğu değerleri bilfiil uygulamayı başardığı bilinen tek peygamber ve lider olması da bu beşerî kılavuzluk ve önderlik misyonunun bir gereğidir. Allah Resulü bir insan, bir kul olmakla birlikte kendisine verilen misyon ve bu misyonun kazandırdığı manevi şahsiyet onu diğerlerinden ayırmaktadır. Kur'an-ı Kerim bir taraftan Hz. Peygamber'in beşerî tabiatına vurgu yaparken diğer taraftan da onun diğer insanlar arasındaki özel statü ve otoritesini kesin şekilde belirtir. Onun peygamberlik görevi tamamen fikrî ve ruhî öğütle sınırlı olmayıp bir İslam toplumu (ümmet) kurma amacına bağlı olarak sosyal, politik ve askerî faaliyetleri de kapsadığından kendisine itaat sadece ibadet vs. alanında değil sosyal hayatta da söz konusudur. Bu sebeple Medine döneminde inen âyetler sadece dinî alanda değil sosyal, siyasal, ekonomik ve askerî alanlarda da süratli bir kurumlaşmanın gerçekleşmesine, dinamik bir toplumsal yapının oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Ahmet ÖZEL
Buhara-Bombay-Bursa hattında dervişlerin seyr ü seferi

Medeniyetlerin şehirlerle olan "olmazsa olmaz" irtibatları bilinmektedir. İslâm medeniyetinin de "sergi alan"ları olan şehirler vardır. Buhara-Bombay-Bursa bunların en meşhurlarından üç tanesidir. Bu şehirlerde üretilip ortaya konan ilim, irfan, felsefe ve sanat, asırlar boyunca bu büyük coğrafyanın insanlarını beslemiş ve büyütmüştür. Türkistan'da yetişen bir sanatkar Hindistan üzerinden Bursa'ya ulaşmış, bazen de Bosnalı bir sufîden feyz alan Kaşgarlı derviş Hint sahillerinde dergâhını kurmuştur. Bu makalede söz konusu kültürel alışverişlere temas edilerek Nil kıyısında yazılan Kasîde-i Bürde'nin Babürşâh'ın gönlündeki yeri tespit edilirken Atlas Okyanusu'nun sahillerinde kaleme alınan Delâilü'l-Hayrât ile olan ortak aşkı gösterilmeye çalışılacaktır.

Mustafa KARA
Şeyh Vefa Külliyesi

İstanbul'un bir semtine adını veren Şeyh Vefâ külliyesi cami, medrese, hânikah, çiftehamam, imaret, tâbhâne, kütüphane, meydan çeşmesi ve türbe gibi mimari unsurlardan meydana gelmektedir. Şeyh Vefâ Camii ve çiftehamamı, Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Caminin eski bir kiliseden çevrilme olduğu ileri sürülse de, Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırıldığı belgelerle sabittir. Sultan II. Bâyezid zamanında medrese, mutfak ve kütüphane gibi bazı mekânlar eklenerek burası külliye haline getirilmiştir. Camiinin güneyinde mihraba bitişik bir hücre (şeyh odası), güneybatısında İbnü'l-Vefa Türbesi, kuzeyinde ise muhtemelen medrese yer almaktadır. Külliyenin çifte hamamının, camiinin batısında yer aldığı bilinmektedir, ancak bu yapıdan eser kalmamıştır. XX. yy. başlarında harap durumda olan cami, yeniden inşa edilmek üzere temeline kadar yıkılmış fakat araya I. Dünya Savaşı'nın girmesi ile bu niyet gerçekleştirilememiştir. Cami, yakın bir tarihte yeniden yapılmıştır. Medreseden günümüze yalnızca batı ve kuzey duvarları kalmıştır. Caminin güneyinde yer alan kare planlı kârgir türbede, Şeyh İbnü'l-Vefa halifeleriyle birlikte medfundur. Caminin batı haziresinde XVI. asra ait bir açık türbenin kalıntıları bulunmaktadır. Bir tarikat külliyesinden daha fazla mimari unsurlar barındıran Şeyh Vefa külliyesi, geçirmiş olduğu deprem ve yangınlar sonucunda çok hasar görmüş olup, bu unsurlardan büyük bir kısmı günümüze kadar ulaşamamıştır.

Aziz DOĞANAY
Allah'ın cüz'îleri bilmesi: Klasik İbn Sînâ yorumunun değerlendirilmesi

İbn Sina eserlerinde Allah'ın her şeyi bildiğini kesin ve açık şekilde belirtmiş olsa da, gariptir ki, yaygın olan İbn Sina yorumuna göre İbn Sina Allah'ın cüzileri bilmediği kanaatindedir. Bu makalede, İbn Sina'nın görüşüne dair klasik dönemden Gazzali'nin modern dönemden de Michael Marmura'nın yorumları ele alınmıştır. Her iki yazar da, İbn Sina'nın "Allah cüzileri nasıl bilir" sorusuna verdiği cevaptan hareketle, onun "Allah cüzileri bilir mi" sorusuna verdiği cevabı belirlemeye çalışır. İbn Sina'nın birinci soruya verdiği cevabın cüzileri gerçekten içermediği sonucuna dayanarak, İbn Sina'nın ikinci soruya vereceği cevabın olumsuz olduğunu belirtirler. Fakat bu çıkarım mantıksal olarak geçersizdir. İbn Sina'nın birinci soruya verdiği cevabın cüzileri gerçekten içermediğini kabul etsek bile bu sadece İbn Sina'nın Allah'ın cüzileri nasıl bildiğini başarılı bir şekilde açıklayamadığını gösterir, Allah'ın cüzileri bilmediği kanaatine sahip olduğunu değil.

Rahim ACAR
Osmanlı-Türk düşüncesinde münâzara ilmi ve Abdünnâfî İffet'in Tercüme-i Adâb-ı Gelenbevî adlı eseri

Âdâbu'l-bahs ve'l-münâzara ilmi, küllî bir tartışma teorisi olup, cedel ilmi vasıtasıyla kelâm ve hilâf ilmi vasıtasıyla fıkıh usûlü ilimleriyle ilişki içindedir. Münâzara ilmi, Osmanlı medrese sisteminde ve eğitim programlarında merkezî bir konuma sahiptir. Bu yer sebebiyle, medreselerin özellikle, orta (iktisad) ve ileri (istiksa) seviyeleri tahlil (analiz) ve tenkid (kritik) kriterlerine göre organize edilmiştir. Münâzara ilmi, Osmanlı toprakları dışında kurulmasına rağmen, en yoğun ve canlı özelliğini Osmanlı döneminde elde etmiştir. Bu bağlamda, Abdünnâfî İffet Efendi'nin Tercüme-i Âdâb-ı Gelenbevî adlı eseri, münâzara ilminin Osmanlı düşüncesindeki yüksek seviyesini göstermesi açısından en önemli metinlerden birisidir.

İlker KÖMBE
Osmanlı Atinası ve düşünce tarihi ekseninde Kadı Mahmud Efendi'nin Tarih-i Medinetü'l-Hukemâ adlı eseri

Osmanlı Atinası'nın tarihi, milliyetçi tarih yazımından kaynaklanan nedenlerden ötürü Atina tarihine dair yapılan çalışmalarda ihmal edilmiş bir alandır. Giriş mahiyetindeki bu makale Atina'da 1688-1715 tarihleri arasında yaşamış olan Kadı Mahmud Efendi tarafından Atina'nın kadim tarihine dair yazılmış bir yazmadan neşet eden bazı soruları sorma teşebbüsüdür. Şehrin bir Osmanlı kadısının gözündeki temsili, Tarih-i Medinetü'l-Hükemâ adlı eseri birçok açıdan 'okumayı' mümkün kılmaktadır: Zımmi alimlerin Osmanlı düşünce hayatına katkıları, bu tek nüsha metnin velût 18. yüzyıl düşünce hayatındaki yerinin tesbiti, Osmanlı insanının çok tipliliği ve bu tiplerin karşılıklı etkileşimleri ile son olarak bu metnin Osmanlı tarih yazımındaki yeri.

Gülçin TUNALI KOÇ
El-Fârâbî'ye atfedilen Yeni-Eflatuncu bir eser: Risâle fî'l-'İlmi'l-İlâhî

Bu makale iki kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda, el-Farabî'ye atfedilen fakat gerçekte Plotinus'un Enneadlar adlı eserinin bazı kısımlarından oluşturulmuş Risâle fî'l-'İlmi'l-İlâhî başlığını taşıyan bir risalenin tarihi ve keşfedilmesi ile ilgili kısa bir bilgi vermektedir. Makalenin ana kısmını oluşturan ikinci kısımda, bu risalenin tercümesi sunulmaktadır. Tercüme, Bedevi'nin Eflûtîn 'inde'l-Arab isimli eserinde yaptığı tahkik ve Pul Kraus'ın Anawati'nin Études de Philosophie Musulmane isimli eserinde aktarılan tahkiki ile karşılaştırılarak verilmektedir. Ayrıca, Enneadlar'ın adı geçen risaledekilere karşılık gelen bölümleri de okuyucuya karşılaştırma yapma imkanı sunmak üzere tercümeye eklenmiştir

Fehrullah TERKAN
R. A. Nicholson'un Mesnevî tercüme ve şerhi üzerine

Hayatını Rumî araştırmalarına adamış bir İngiliz müsteşrik olan Reynold Alleyne Nicholson (1868-1945), akademisyenlerin bulunduğu bir aileden gelen, Batı dünyası için önemli bir isimdir. Nicholson'un en önemli eseri, kendi tercümesi ve şerhiyle birlikte yaptığı Mesnevî neşridir. Nicholson, ortaçağ ve modern döneme ait farklı yazmalardan yararlanarak, 25. 000'den fazla beyitin neşrini yapmıştır. Onun çalışması, Farsça metni akademik gözle inceleyen ve özellikle Rumî'nin teozofi anlayışı üzerine odaklanan, metni yoğun notlar ve yorumlarla zenginleştiren mükemmel bir neşir ve tam bir tercümedir. Nicholson'un notları erken dönem Sufî doktrinlerine ve şiirlerine atıflar ihtiva etmekte, Rumî'nin remizlerini anlamaya yardımcı olmak üzere hususi arkaplan bilgisi vermektedir. Bu çalışmada, bir yandan Nicholson'u ve çalışmasını Türk okuyucularına tanıtmayı, bir yandan birtakım örneklerden hareketle yer yer eleştirilerde bulunmayı hedefliyorum.

Arapçanın İbranîceye katkısına dair Avram Galanti'nin bir makalesi

Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi Mecmuası'nda yayınlanan “İbranî Lisanının İnkişafına Arapçanın Muaveneti” adlı makalesinde Avram Galanti, İbranîce hakkında kısaca genel bilgi verdikten sonra modern İbranîcenin gelişim sürecinin başlangıcında karşılaşılan sorunları inceleyerek bunların çözümünde Arapçadan yararlanma yönteminin önemi üzerinde durmuştur. Sözü edilen makaleyi çeviri yazı hâlinde hazırlama amacına matuf bu yazıda öncelikle İbranîcenin tarihî gelişim süreçleri özlü olarak detaylandırılmıştır. Bu arada yazarın anılan makalesi kısaca değerlendirildikten sonra bu makale ek olarak sunulmuştur.

Eyyüp TANRIVERDİ
Çin ve Osmanlı'da meşrutiyetçi düşünce ve milliyetçiliğin doğuşu: Karşılaştırmalı bir inceleme

Bu makalede Çin meşrutiyetçiliğinin önde gelen isimlerinden Kang Youwei ve Liang Qichao'nun siyaset felsefeleri ile Yeni Osmanlı düşüncesi karşılaştırılmaktadır. Modernitenin ürünleri olduğunu düşündüğümüz Osmanlı ve Çin entelijensiyasının, Aydınlanma felsefesinin siyasi fikirlerini ve kurumlarını, çoğu zaman gelenek ile meşrulaştırarak, ülkelerine ithal etmeye çalıştıkları görülmektedir. Bahsi geçen düşünürler, aynı zamanda, modern anlamda “millet” ve “milli hakimiyet” kavramlarını siyasi litaratüre kazandırmış, halklarına “vatanseverlik” fikrini aşılamaya çalışmışlardır. Zaman zaman birbiriyle çelişkili fikirler öne sürebilen bu aydınlar, çözüm önerileri değişse de ayni nihai amaca odaklanmışlardı; ülkenin yeniden dirilmesi için meşrutiyetin kabulü; halkın “millet” olduğunun bilincine varması ve sonuç olarak güçlü bir devlet, bilinçli bir millet ile emperyalist güçlerin saldırılarının önüne geçilebilmesi.

Z. Hale EROĞLU SAĞER
Bir modernleş(tir)me projesi olarak köy enstitüleri

Meşrutiyet dönemine kadar uzanan köy ve köylülere yönelik ilgi, Cumhuriyet'in ilanından sonra takip edilen geniş çaplı modernleşme politikalarının başarıya ulaşması için geniş halk kesimlerini de bu projeye dahil etme çabalarının bir sonucu olarak, köy enstitülerinin kurulması ile birlikte yepyeni bir hal almıştır. Bu makalede gerek Cumhuriyet dönemi aydınlarında ve siyasi çevrelerinde giderek yoğun bir ilgi konusu olan köylere yönelik ilginin arka planı, gerek enstitülerin kuruluş aşamasında yaşanan tartışmalar, gerekse de enstitülerin kuruluşları, uygulamaları ve kapanışları eleştirel bir tarzda ele alınmıştır. Köy enstitüleri çerçevesindeki tartışmalar, çok partili hayata geçiş dönemiyle sınırlı kalmamış, günümüze kadar uzanmıştır. Siyasi konum alışa bağlı olarak, bu tartışmalarda farklı yaklaşımlar söz konusu olmuştur. Hem dönemin batılılaşma anlayışını yansıtan bir kurum olmaları açısından, Hem de Türk düşünce dünyasında iz bırakan bir kurum olması açısından köy enstitüleri önemli bir ilgi konusudur.

Mehmet ANIK