.

Hem bir iddiası olan hem de akademik nitelikli bir derginin, kendisine biçtiği iddia ve belirlediği akademik düzeyden taviz vermeksizin uzun soluklu bir yayın hayatı sürdürmesinin Türkiye şartlarında pek çok zorluğu da beraberinde getirdiği malumdur. Geçen sayısıyla on yılı geride bırakan Dîvân İlmî Araştırmalar, disiplinlerarası bir yaklaşımı benimseyerek bir yandan yerleşik gelenek(ler)le hesaplaşma, diğer yandan kendi özgün geleneğimizi ihya etme çabasını, akademik nitelikli bir dergi olma özelliğini hiçbir zaman kaybetmeden bugüne kadar sürdürdü ve daha nice on yıl(lar) sürdürme azim ve kararlılığında.
Yirminci sayımızda da belirttiğimiz gibi bu sayıyı ağırlıklı olarak vefatının 600. yılını idrak ettiğimiz büyük mütefekkir İbn Haldun'a ayırdık, ancak sayfalarımızda bu konu dışında da özgün makalelere, araştırma notlarına ve kitap değerlendirmelerine yer vermeye çalıştık.
İlk yazı "Bir iktisat klasiği olarak İbn Haldun'un Mukaddime'si" başlığıyla Mustafa Özel'e ait. Özel, sadece iktisatta değil, en genel anlamda sosyal bilimde yeni bir metodoloji geliştiren İbn Haldun'un şaheseri Mukaddime'nin bir "iktisat klasiği" olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak İbn Haldun'un modern iktisatçıları en fazla uğraştıran birkaç konudaki görüşlerini tahlil etmekte. İşbölümü ve üretkenlik, ulusal ekonomi-politik, iktisat psikolojisi ve küresel ekonomi-politik başlıkları altında İbn Haldun'un düşüncelerini inceleyen Özel, 600 yıl önce vefat eden Tunuslu bilgenin, modern iktisadî meselelerin tartışılmasında hâlâ önemli bir başvuru kaynağı olduğunu bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor.
Arap dünyasındaki İbn Haldun çalışmaları denince akla gelen birkaç isimden birisi olan Faslı düşünür Muhammed Âbid el-Câbirî'nin el-Asabiyye ve'd-Devle başlıklı doktora tezinin, İbn Haldun düşüncesinin ana çerçevesini ve bu alanda yapılacak çalışmaların problemlerini ele alan mukaddime kısmının tercümesini "Niçin İbn Haldun" başlığıyla dikkatinize sunmanın uygun olacağını düşündük. Câbirî, İbn Haldun çalışmalarıyla ilgilenen araştırmacıların karşılaşmış oldukları problemlerin birçoğunun doğrudan İbn Haldun'un Mukaddime'sinden kaynaklandığını belirtiyor. Buna rağmen Mukaddime'deki açıklama ve çelişkili yorumlar hakkındaki mesuliyetin büyük kısmının araştırmacının ya bizzat kendisine yahut Haldûnî düşünceyi ele alış tarzına ait olduğuna dikkat çekiyor. Câbirî kendi amacının ise her şeyden önce, parçaların bütün içerisindeki yerlerini bulmaya çabalayan bütüncül bir bakış açısıyla İbn Haldun'un görüşlerini olduğu gibi ve onun düşündüğü şekilde sunmak ve bunu yaparken de İbn Haldun'un şahsî uğraşıları ve sosyal tecrübelerini de hesaba katmak olduğunu ifade ediyor.
İbn Haldun'un Mukaddime'si Osmanlı klasik döneminden itibaren de ilim ve siyaset dünyasında çokça okunmuş kitaplardan birisidir ve İbn Haldun'un görüşleri, Osmanlı tarihçileri, toplum ve siyaset düşünürleri arasında da pek çok takipçi bulmuştur. Yavuz Yıldırım, "Mukaddime'nin Osmanlı dönemi Türkçe tercümesi" başlıklı yazısında Mukaddime'nin ilk beş bölümünün Şeyhülislam Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi tarafından XVIII. yüzyılın ilk yarısında, altıncı bölümünün ise Ahmed Cevdet Paşa tarafından XIX. yüzyılda Türkçeye yapılan tercümelerini inceliyor. Yıldırım'ın tespitlerine göre Pîrîzâde ve Cevdet Paşa, Mukaddime'yi Arapçadan Osmanlı Türkçesine aktarmakla kalmamış, onu aynı zamanda yorumlamışlardır. Pîrîzâde ve Cevdet Paşa'nın katkılarını tüm boyutlarıyla ortaya koymaya çalışan Yıldırım, bu yolla Osmanlı Devleti'nin son dönemlerindeki zihniyet dünyasını kısmen de olsa yansıtmayı amaçladığını, bu yolla da Mukaddime'de ele alınan konulara Osmanlı ulema ve yöneticilerinin yaklaşımlarına dair bazı ipuçları yakalamayı hedeflediğini belirtiyor.
Osmanlı İmparatorluğu'nun XIX. yüzyıldan itibaren milliyetçi hareketler karşısında yaşadığı coğrafî küçülmeler ve toprak kayıpları siyasî iktidarın yapısını dönüştürdü ve aynı zamanda yeni siyasî arayışlara ve fikrî yönelişlere meşru bir gerekçe oluşturduğu malumdur. Bütün bu acı ve ağır tecrübeler, Türkiye'nin günümüze değin süren kimlik siyasetini derinden etkilemiş ve bu sürecin sonucunda siyasal aktörlerin arzuladıkları kimlik ve kabul ettikleri siyaset büyük ölçüde milliyetçilik olmuştur. Faruk Deniz, "İmparatorluktan ulus devlete geçişte Akçura, Gökalp ve Mustafa Kemal'in yeni siyaset arayışları" başlıklı yazısında bu süreci tahlil ederek milliyetçiliğin aynı zamanda Türkiye'deki siyasî Batıcılığın da en önemli izleği olduğunu ileri sürüyor. Deniz'e göre 1904 yılında Akçura'nın yazdığı yazılardabelirsiz ve muhayyel bir fikir iken, Gökalp'in1913'te kaleme aldığı yazılarda belirginleşen ve nazarî çerçevesi oluşturulmaya çalışılan ve mümkün bir fikre evrilen milliyetçilik, Mustafa Kemal'in 1923'te Cumhuriyeti ilan edişi ile birlikte yeni ulus devletin reel politiği haline gelebileceğinin ilk işaretlerini vermiştir. Deniz, küçülen sınırlar, daralan ufuklar ve tüketilen kimlikler arasında imparatorluktan ulus devlete geçişte milliyetçiliğin belirgin etkisini, Yusuf Akçura'nın "Üç Tarz-ı Siyaset", Ziya Gökalp'in "Üç Cereyan" ve Mustafa Kemal'in "Milli Siyaset" tanımlamalarından hareketle ele alıyor.
Bu sayının beşinci yazısı Fahrettin Altun'a ait: "Kutsal medya, kutsal çağ: McLuhan düşüncesini anlamaya katkı". Altun makalesinde, kitle iletişim felsefecisi Herbert Marshall McLuhan'ın yaşamının bir döneminde benimsediği Katolik kimliğinin düşünce dünyasına ne şekilde yansıdığını tartışmayı amaçlıyor ve McLuhan düşüncesini doğru tahlil edebilmenin, onun dinî motivasyon ve kaygılarını anlamaktan, Katolik teolojinin onun felsefesine yaptığı etkiyi gözler önüne serebilmekten geçtiğini öne sürüyor. Temelde dört bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümde genel olarak McLuhan düşüncesine gösterilen akademik ilginin mahiyeti ve McLuhan'ın toplum felsefesinin çağdaş Türk düşüncesi içerisindeki konumu tartışılıyor. İkinci bölümde McLuhan'ın Katolikliğe ihtida ettikten sonraki düşünsel seyri ele alınarak Katolik teolojinin McLuhan düşüncesine etkisi irdeleniyor. Üçüncü bölümde, McLuhan'ın genç toplum kesimleri üzerine yaptığı analizler, onun Katolik kimliği ile ilişkisi çerçevesinde yorumlanıp dördüncü bölümde ise, McLuhan'ın Katolik kaygı ve beklentileri bağlamında modern iletişim teknolojilerinin yarattığı "imkan alanları" hakkındaki yaklaşımları tartışmaya açılıyor.
Alim Arlı "Şerif Mardin bibliyografyası (1950-2007)" başlıklı çalışmasıyla, çağdaş Türk sosyal bilimlerinin önemli isimlerinden Prof. Dr. Şerif Mardin'in 1950 yılından 2007 yılına kadarki akademik hayatını yansıtan tüm yayınlarının ve üniversite çalışma hayatının kronolojik/bibliyografik bir tasnifini yapıyor. Beş başlıktan oluşan çalışmada Arlı, Şerif Mardin'in görev yaptığı akademik kurumlar ve çalıştığı üniversiteleri, Mardin'in siyasî hayatı, dernek faaliyetleri ve aldığı ödülleri, kaleme aldığı tüm eserleri, Türkçeden İngilizceye ve İngilizceden Türkçeye yaptığı iki çevirinin künyesini ve nihayet Mardin'in çalışmaları üzerine İngilizcede ve Türkçede yayınlanmış olan makale, kitap ve tezlerin bir dökümünü ilgililerin dikkatine sunuyor.
Araştırma notları kısmında Mehmet Özşenel, "Gelenek ile modernite arasında bir sentez denemesi: Seyyid Süleyman Nedvi (1884-1953)" başlıklı yazısıyla yirminci yüzyıl Hint alt-kıtasındaki İslamî düşüncenin önemli isimlerinden Seyyid Süleyman Nedvi'nin hayatı, eserleri ve düşüncesi üzerine kapsamlı bir resim sunuyor. XIX. yüzyılda İslam düşüncesi açısından modernist anlayışların yanı sıra gelenekçi düşüncelerin de ihyasına sahne olan Hint alt-kıtasında, yüzyılın sonlarına doğru bu anlayışlar arasında sentez arayışlarının da gündeme geldiği bilinmektedir. Seyyid Süleyman Nedvi (1884-1953) de yetişme tarzı ve ortaya koyduğu eserlerle bu sentezci kimliğin önemli temsilcilerinden birisi olarak kabul edilebilir. Özşenel'e göre Nedvi'nin şahsında tebellür eden bu yeni alim modeli, temel İslamî ilimleri iyi bilen, bunun yanı sıra modern dünyadan ve modern bilimlerden haberdar olan entelektüel alim modelidir. Nedvi özellikle dil, tarih ve edebiyat alanlarında yoğunlaşan eserlerinde derinlemesine incelemeleriyle dikkat çekmekte, kaynakları kullanmada bazı eleştirel yaklaşımlar da sergilemektedir.
Bu sayımızda ilk defa yer verdiğimiz "Değerlendirme Makalesi" kısmında Cihat Arınç'ın Oliver Leaman'ın 2004 yılında yayınladığı Islamic Aesthetics: An Introduction kitabı üzerine kaleme aldığı "İslam estetiğini yeniden düşünmek: Oliver Leaman'ın Islamic Aesthetics: An Introduction adlı eseri üzerine" başlıklı hacimli değerlendirme yazısını dikkatinize sunuyoruz. Kitabında İslam sanatı üzerine bugüne kadar kaleme alınan tasvir edici ve açıklayıcı nitelikteki metinlerin aksine konuyu felsefî estetik dairesinde problematik olarak tartışan Leaman, "İslam sanatı" teriminin literatürde hesabı verilmeden kullanılan ve genellemeye dayanan bir terim olduğunu, İslam sanatına dair literatürde yer alan yargıların ekseriyetle ya gerekçelendirilmediği ya da geçersiz temeller üzerine kurulu olduğu görüşünü savunuyor. Arınç da yazısında Leaman'ın özellikle sözkonusu iddiası üzerinde yoğunlaşarak hem bunu ayrıntılı bir şekilde kritik ediyor, hem de bu eleştiriden hareketle İslam sanatının temel problemleri üzerine odaklanmaya çalışıyor.
Kitap değerlendirmesi kısmında da bu sayının ağırlıklı konusu olan İbn Haldun'la ilgili Türkçede yapılan sayısı oldukça sınırlı olan çalışmalara dair yazılmış değerlendirme yazılarını okuyucuların dikkatine sunmayı hedefliyoruz. Bu çerçevede Sümeyye Parıldar, Ahmet Öncü'nün Sosyoloji ya da Tarih: İbn Haldun ve Mukaddime Üzerine Bir Deneme; Murat Yeşiltaş, Neşet Toku'nun İlm-i Umran: İbn Haldun'da Toplum Bilimsel Düşünce; Cumhur Ersin Adıgüzel, Ahmet Arslan'ın İbn Haldun'un İlim ve Fikir Dünyası; Yaylagül Ceran, İbrahim Erol Kozak'ın İbn Haldun'a Göre İnsan-Toplum-İktisat isimli eserini değerlendiriyor. Bunlara ilaveten A. Taha İmamoğlu, Ziad Ahmad'in The Epistemology of Ibn Khaldûn adlı 2003 yılında yayınlanan çalışmasını ayrıntılı bir şekilde değerlendiriyor. İbn Haldun'la ilgili değerlendirmelerin yanında Özgür Kavak, J. M. S. Baljon'un Modernist Düşüncenin Şekillenişi: Şah Veliyyullah Dehlevî başlıklı eserini, Muhammed Talha Çiçek de Arap Gözüyle Osmanlı Dizisi'ni değerlendiriyor.
Derginin son bölümünde üç sempozyum tanıtımı yer alıyor. İsmail Yaylacı, 12-14 Mayıs 2006'da İstanbul'da Bilim ve Sanat Vakfı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ortaklaşa düzenlediği uluslararası "Medeniyetler ve Dünya Düzenleri" sempozyumunu; Yavuz Yıldırım Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi tarafından 3-4 Haziran 2006'da tertip edilen "Geçmişten Geleceğe İbn Haldun: Vefatının 600. Yılında İbn Haldun'u Yeniden Okumak" başlıklı uluslararası sempozyumu, Yücel Bulut ise Bilim ve Sanat Vakfı ve Eminönü Belediyesi tarafından 3-5 Kasım 2006 tarihlerinde düzenlenen ulusal Vefa Semti: Dünü, Bugünü, Yarını isimli sempozyumu değerlendiriyor.
Derginin sonunda, Dîvân İlmî Araştırmalar'ıngeçen yirmi bir sayısında yayınlanmış yazıların makale ve yazar soyadlarına göre düzenlenen bibliyografyasını bulabilirsiniz. Bibliyografyayı incelediğinizde, Dîvân İlmî Araştırmalar'ın ilmî geleneğin ihyası konusunda aynı bilince sahip ilim adamlarının birikimlerinin yoğrulduğu bir harman olma niteliğini hiçbir zaman kaybetmediğini göreceksiniz.
Bir sonraki sayımızda görüşmek dileğiyle...

 

Dîvân İlmî Araştırmalar



Yorum yazın

Yorum yapmak için giriş yapın.