.

Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yılı çerçevesinde neşredilen eser ve makaleler, düzenlenen akademik toplantılar, sempozyumlar, seminerler, paneller ve medya etkinlikleri, icra edilen sanat faaliyetleri, yoğun bir zihniyet dönüşümü ve kimlik bunalımı yaşayan toplumumuzun kendi tarihiyle olan kaçınılmaz yüzleşmesinin ümit verici izlerini taşımaktadır. Seçkinlerden kitlelere kadar yaygın ve derinlemesine bir arayışın yönlendirdiği bu çabalar, kendi tarihî varoluşunu anlamlandırmak isteyen her toplumun karşı karşıya kaldığı temel sorulara cevaplar aradı: İnsanlık tarihi içindeki yerimizi nasıl tanımlayabiliriz? Bizi bu tarihî akış içinde farklı ve özgün kılan kendi tarihimizin süreklilik unsurları nelerdir? Bu süreklilik unsurlarını bugünkü gerçekliğe taşıyan ve bizi kendi içinde tutarlı bir "biz" kılan, olmazsa olmaz tarih altyapısını nasıl kavrayabiliriz? Tarihî gerçekliği anlamamızı güçleştiren ve bir yanılsamalar perdesi oluşturarak bir tür "tarihsizleşme" paradoksu oluşturan yöntem problemleri nelerdir ve nasıl aşılabilir?
Tarih bir toplumun zaman boyutu içindeki konumunu belirleyen temel ve sabit bir unsurdur. Yaratılış ve doğuş iradesi elinde olmayan insanoğlu, içine doğacağı zamanı ve mekanı seçme şansına sahip değildir. Her kişi ve toplum bir tarih içine doğar. Objektif olgulara ve kayıtlı verilere dayanan olaylar tarihi ve belge tarihçiliği, bu sabit verinin maziye dönük haritasını ortaya koyar.
Bu haritanın bir tarihî varoluş anlamlandırılmasına dönüşmesi ise ona zaman derinlikli bir nitelik kazandıran öznenin sahip olduğu tarih idrakinin ürünüdür. İçine doğdumuz tarih sabittir; ancak bu tarihi anlamlandıran öznenin idraki dinamiktir. Tarih çalışmalarında kullanılan belgeler ve atıfta bulunulan olaylar yaşanmış ve kaydedilmiş olmaları bakımından değişmezler; ancak onların bir özne tarafından günümüze ve geleceğe ışık tutacak şekilde konuşturulması herhangi bir statikliğin sınırları içine hapsolmayacak kadar çok boyutlu ve renklidir.
Dünün statik, geleceğin dinamik görüntüsü aldatıcıdır. Dünün sabit verilerini bugünün gereklilikleri içinde yeniden kurabilenler geleceğin dinamikliğini yönlendirme şansını yakalayabilirler. Dünü statik görerek ulaşılmaz bir yücelik ya da reddedilmesi gereken bir gerilik olarak tarih dışına itenler, gelecekte de başkalarının özne olarak belirledikleri bir tarihi statik bir veri olarak kabul etmek zorunda kalırlar. Geçmişte tarihte özne olduğu bilincini taşımayanlar, bugünkü gerçekliğin öznesi olma iddiasını da, geleceğin tarihini yazma kudretini de gösteremezler.
Toplumlar bu çok boyutlu ve dinamik idrak ile insanlık tarihinin geneline yönelik katkıda bulunabilirler. Tarihi yorumlayarak konuşturabilen özneye, yani tutarlı ve geçerli bir tarih idrakini içselleştirebilmiş seçkinlere sahip olmayan toplumlar sadece kendi tarihlerini anlamlandırma sıkıntısı ile karşılaşmazlar; aynı zamanda bugünkü varoluşlarını da kavrayacak bir kimlik oluşturma bunalımını da yaşamaya başlarlar. Tarihin en incelikli kayıt sistemini oluşturan Osmanlı ile ilgili bilgi ve yorum yetersizliğinin yol açtığı tarih bilinci probleminin psikolojik, kültürel ve siyasî arkaplanı anlaşılmaksızın, yaşamakta olduğumuz bunalım sürecinin temel özelliklerini ve yönlendirici kilometre taşlarını da fark edemeyiz.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yılı çerçevesinde ortaya konan çalışmaların Osmanlı mirasına sahip toplumumuzun kendi tarihî varoluşunu anlamlandırmasında ve özne idrakini yeniden oluşturmasında ciddi açılımlar sağlayacağı ümidini taşıyoruz. Bilim ve Sanat Vakfı olarak bu yıldönümü çerçevesinde düzenlediğimiz seminerler ve Divan dergisinin özel sayıları ile bu tür bir açılım misyonuna katkıda bulunmaya çalıştık. Elinizde bulunan ve ikinci Osmanlı Özel Sayısı olarak hazırlanmış bulunan Divan dergisinin 7. sayısı da bu çabanın bir ürünü olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bu sayının Tarih İdraki Oluşumunda Metedolojinin Rolü: Medeniyetlerarası Etkileşim Açısından Dünya Tarihi ve Osmanlı başlıklı ilk makalesinde Ahmet Davutoğlu Osmanlı'nın dünya tarihi içindeki yerinin anlaşılmasını engelleyen metodoloji problemlerini, özne-nesne ilişkisi, zaman ve tarih idraki ve mukayeseli yöntem çerçevesinde ele aldıktan sonra dört örnek Osmanlı algılamasında bu problemlerin yer alış biçimlerini incelemektedir. Toynbee, Wallerstein, Gibbons ve Jacques Pirenne örneklerinde batı-eksenli tarihin süreklilik problematiği ve bu problematiğin Osmanlı'nın dünya tarihi içindeki konumunun anlaşılmasını güçleştiren yönlerini, ulusal tarih yazıcılığı çerçevesinde de Osmanlı havzasındaki toplumların tarihî süreklilik meselesini ele alan makale, Osmanlı tarihini medeniyetlerarası etkileşim çerçevesinde yeniden yorumlayan alternatif bir bakış açısı geliştirmeye çalışmaktadır. Osmanlı zaman-mekan idrakine dayalı tarihî derinlik ve süreklilik unsurları ile coğrafî derinliğe dayalı stratejik kuşatıcılığı merkez alan bu yaklaşım, cari tarih paradigmasının yöntem problemlerini aşan yeni bir tarih idrakinin altyapısını oluşturma yönünde ufuk açıcı bir nitelik taşımaktadır.
İsmail Kara ulema-siyaset ilişkilerine dair metinlerle ilgili tahlillerini son derece önemli bir metinle sürdürüyor. Ulema-Siyaset İlişkilerine Dair Metinler II: Ey Ulema! Bizim Gibi Konuş! başlıklı yazıda incelenen İttihat Terakki muhalefetinin ateşli öncülerinden Tunalı Hilmi'nin İkinci Hutbe risalesi, yine İsmail Kara tarafından uzun bir takdim ile dergimizin dördüncü sayısında (Divan, 1998/4, s.1-25) neşredilen Ulema-yı Din-i İslâma Davet-i Şer'iye risalesi ile birlikte değerlendirildiğinde Osmanlı'nın son dönem düşünce ve siyaset tarihi ile ilgili önemli ipuçları sağlamaktadır. Osmanlı modernleşmesinin bu kritik dönüm noktasında biri ilmiyye mensubu, diğeri ilmiyye mensubu olmayan iki müellifin zihniyet parametrelerini, din-devlet ilişkilerine bakışını, siyasî muhalefetin dinî meşruiyyet arayışını, bu arayışlarda kullanılan referansları, ilmiyye ve ilmiyye-dışı aydınların bakış açılarını, siyasî muhalefetin kullandığı söylemin psikolojik ve kavramsal arkaplanını çarpıcı bir şekilde ortaya koyan bu metinler İsmail Kara'nın titiz neşri ve sistematik tahlili ile yakın dönem tarihimizi anlama çabalarına ciddi katkılar oluşturmaktadır.
Erol Özvar'ın Osmanlı Tarihinin Dönemlendirme Meselesi ve Osmanlı Nasihat Literatürü başlıklı makalesi, Osmanlı'nın anlaşılmasında önemli bir yanılsama oluşturan cari dönemlendirmeleri eleştirel bir açıdan ele almakta ve Koçi Bey örneğinde Nasihat literatürünü bu perspektifle değerlendirmektedir. Osmanlı Tarihi'nin yeniden dönemlendirilmesine yönelik ufuk açıcı sorular ve çıkış yolları gösteren makale bu çerçevede bundan sonra da sürdürülmesi gereken çalışmalara ışık tutmaktadır.
Gökhan Çetinsaya'nın II. Abdülhamid Döneminde Kuzey Irak'ta Tarikat, Aşiret ve Siyaset, Fethi Gedikli'nin Mithat Paşa'nın Suriye Layihası, Ergin Çağman'ın III. Selim'e Sunulan Bir Islahat Raporu: Mehmet Şerif Efendi Layihası başlıklı çalışmaları bir taraftan Osmanlı'nın son dönemlerinde Irak ve Suriye gibi önemli bölgelere yönelik politikaların ana esaslarının ortaya konması, diğer taraftan Osmanlı siyasetinin önemli metinleri olan layihaların iki çarpıcı örnek etrafında incelenmesi bakımından birbirini tamamlayan unsurlar ihtiva etmektedir. Gökhan Çetinsaya makalesinde II. Abdülhamid dönemindeki Kuzey Irak'a yönelik ince siyasetin tarikat ve aşiret bağlantıları ile sosyal zeminini birincil kaynaklara dayalı bir şekilde hem kapsamlı, hem de derinlikli bir çerçeve ile ortaya koyuyor. Bu çalışma sadece tarihî bir tahlil olması açısından değil, bölgenin günümüzdeki siyasî yapısının kökenlerini göstermesi bakımından da özel bir önem taşımakta ve tarihin bugüne nasıl konuşabileceğinin çarpıcı bir misalini oluşturmaktadır. Gökhan Çetinsaya'nın gerek II. Abdülhamid dönemine, gerekse bölgenin günümüzdeki gelişmelerine olan derin vukufiyeti bu bağlantıların açık bir şekilde görülmesini kolaylaştırmaktadır.
Fethi Gedikli'nin çalışması, Osmanlı'nın son dönemine damga vurmuş önemli bir devlet adamının ve yine bu dönemdeki gelişmelerde önemli rol oynamış bir bölgenin tarih içindeki konumlarını anlamamızı kolaylaştıracak ilginç bir kesişim alanına yönelmektedir. Bu makale bir açıdan bakıldığında bir devlet adamının, diğer açıdan da bir bölgenin belli bir tarih dilimi içindeki önemini en doğrudan ve en etkileyici bir biçimde ortaya koyarken dönemin Osmanlı siyasetinin ince ayrıntılarını da vermektedir. Ergin Çağman'ın makalesi de Osmanlı'daki modernleşme ile yüzleşmenin ilk safhalarına ait olmakla birlikte klasik unsurlara dayalı bir layihanın tahlili çerçevesinde aslında III. Selim döneminin devlet yapısı ile ilgili temel özellikleri, devlet işleyişinin aksayan yönlerini ve çözüm arayışlarını ortaya koymaktadır.
İlk dönem Cumhuriyet tarihi konusunda titiz çalışmaları ile yakından tanıdığımız Mustafa Budak'ın Osmanlı Devleti'nin Paris Barış Konferansı'na sunduğu 23 Haziran 1919 tarihli muhtırayı esas alan I. Dünya Savaşı Sonrası Yeni Uluslararası Düzen Kurulması Sürecinde Osmanlı Devleti'nin Tavrı (Paris Barış Konferansı'na Sunulan 23 Haziran 1919 Tarihli Muhtıra) başlıklı makalesi Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecinin en kritik dönemeçlerinden birini ele almakta ve bu dönemeçte daha sonra ilan edilecek olan Misâk-ı Millî'ye zemin teşkil edecek olan son derece önemli bir metni dikkatlerimize sunmaktadır. Gerek dönemin Osmanlı devlet adamlarının uluslararası konjonktüre bakışını, gerekse bu konjonktür içinde ulaşılabilir hedeflerle ilgili tahayyülatlarını çarpıcı vurgularla gözler önüne seren bu çalışma da sadece tarihî önemi dolayısıyla değil, AB ile ilişkiler çerçevesinde ulusal egemenlik ve Misâk-ı Millî kavramlarının tekrar tartışılmaya başlandığı günümüz gelişmeleri için ufuk açıcı unsurlar ihtiva etmesi açısından da önem taşımaktadır.
Suat Mertoğlu'nun Akif Araştırmalarına Bibliyografik Bir Katkı: Mehmet Akif'in Arapça'dan Yaptığı Tercümeler Üzerine Notlar başlıklı makalesi ise Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet'in ilk dönemini en yoğun şekilde yaşamış olan sembol şahsiyetlerden birinin şu ana kadar gündeme gelmemiş önemli bir çalışmasını gündeme getirmekte ve bu çalışma çerçevesinde Mehmed Akif bibliyografyasına ciddi bir katkıda bulunmaktadır.
Son sayılarımızda gelenek haline getirdiğimiz bir uygulamayı bu sayımızda da devam ettiriyoruz. Çoşkun Çakır'ın Osmanlı Ekonomik ve Toplumsal Tarihi ile İlgili Tezler Bibliyografyası (1933-1999) başlıklı çalışması Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi ile ilgili çalışmaların envanterinin yapılması acısından önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Bu tezlerin dökümü ve tasnifi hem Osmanlı'ya yönelik ilgi alanlarını tesbit etmekte, hem de şu ana kadar yeterince incelenmemiş alanların ortaya konmasını sağlamaktadır.
İstikrarlı ve inşa edici bir düşünce zemini oluşturma doğrultusunda kararlı yürüyüşüne devam eden Dîvân'ın yeni sayılarında buluşmak dileğiyle...

Dîvân İlmî Araştırmalar



Yorum yazın

Yorum yapmak için giriş yapın.