Dîvân dergisi yayın hayatına İslam düşünce geleneğinin temelleri, oluşum süreci ve yeniden yorumlanması meselelerini ele alan bir makale ile başlamıştı. Yayın kurulu olarak Derginin 2001 yılı sayılarını oluşturan 10. ve 11. sayılarını İslam düşünce geleneğinin klasik ve modern dönemlerindeki serüvenini konu edinen çalışmalara ayırmaya karar verdik.
İlk sayılarımızda da vurguladığımız gibi İslam paradigmasının esasını, varlık-bilgi ve değer sistemleri arasındaki iç bütünlük ve tutarlılık teşkil etmektedir.Bu iç bütünlük ve tutarlılık, İslam medeniyet birikiminin ve tarihî geleneğin sürekliliğinin yanısıra günümüzdeki geçerliliğin de en temel unsurudur. Bugün yeniden anlamak, yorumlamak ve üretmek zorunda olduğumuz İslamî paradigmatik zeminin teorik ve metodolojik temelleri, ancak ve ancak bu tarihî birikim ve geleneğin süreklilik unsurlarının berrak bir şekilde anlaşılmasıyla mümkün olabilir. Müslüman düşünürler, Kur'anî varlık-birlik-değer sisteminin temsilcileri olarak, antik medeniyet birikimleriyle karşılaşma sürecinde paradigmatik bir sistemleşme ortaya koymuşlardı. Benzeri bir paradigmatik sistemleşmeyi bugün biz, modern Batı medeniyetinin meydan okuması karşısında ortaya koymak zorundayız.
İslam düşünce geleneğinin düşünce tarihi içindeki etkisini ve günümüz düşünce dünyasındaki yerini tartışmak üç temel soruyla ilgilenmeyi beraberinde getirmektedir. Bu sorulardan birincisi, İslam düşünce geleneğinin oluşum sürecinde kendisinden önceki geleneklerle olan ilişkisi ile ilgilidir.Bu ilişki, İslam düşünce geleneğinin genel düşünce tarihi içindeki süreklilik unsurlarını ve genel insanlık birikimi ile olan irtibatını ortaya koyar. İkinci soru, İslam düşünce geleneğinin kendine özgü nitelikleri ile bir paradigma oluşturması meselesi ile ilgilidir. Bu mesele de bir taraftan İslam düşünce geleneğinin özgünlüğünü ve iç tutarlılığını ortaya koyarken diğer taraftan kendi dışındaki medeniyet havzaları ve genel düşünce tarihi üzerindeki etkisini anlamamızı sağlar. Üçüncü soru ise modernite ile İslam düşünce geleneği arasındaki ilişkinin yönü, ivmesi ve etki alanlarını tesbit etmeye dönüktür ki, modern dönemdeki etkinlik ve süreklilik problematiklerini gündeme getirir. Bu soru, bir taraftan klasik dönemdeki etkin İslam düşünce geleneğinin modern dönemdeki meydan okumalarla birlikte yaşadığı edilginleşme süreci ile, diğer taraftan da geleneğin kendi içinde karşı karşıya kaldığı kopuklukların yol açtığı süreklilik problematiği ile yüzleşmeyi kaçınılmaz kılar.
Biz 2001 yılı yazılarında bu temel sorularla ilgilenen çalışmalara ağırlık vermeye gayret edeceğiz. Bu çerçevede 10. sayımız modern İslam düşüncesinin Türkiye'de çok az araştırılan bir alanı ile ilgili, birçok açıdan bir ilk sayılabilecek kapsamlı bir makale ile başlamaktadır. Harun Anay'ın Çağdaş arap düşüncesi üzerine isimli çalışması hem Arap düşüncesi örneğinde İslam düşünce birikiminin modernite ile yüzleşmesinin çarpıcı bir muhasebesini yapmakta, hem modern Arap düşüncesinin literatür yoğunluklu bir haritasını sunmakta, hem de son dönemlerde birbirinden kopuk bir şekilde yanyana varolageldikleri farzedilen modern Türk ve Arap düşünceleri arasındaki geçişkenlikleri ve etkileşimleri vermek suretiyle bütüncül bir modern İslam düşüncesi tahlilinin ana unsurlarını ortaya koymaktadır. Harun Anay bu uzun soluklu çalışmada başta Mısır olmak üzere Arap toplumlarının günümüzdeki tarihî, siyasî ve kültürel durumlarını ortaya koymakta, Arap düşüncelerini ve bu düşünürlerin Batı felsefesi, İslam ve Türk düşüncesi ile ilgili çalışmaların tahlil etmektedir. Arap ve Türk düşüncelerinin çatısı olarak İslam düşüncesine işaret eden Anay, bu makalesinde, günümüz Türk İslam düşüncesinin anlaşılabilmesi için Arap düşüncesini anlamanın zaruretini vurgulamaktadır.
İslam düşüncesi birikimine dair tüm yukarıda zikrettiğimiz tartışmaları deklaratif bir metin ile harmanlayan İlhan Kutluer, Yitirilmiş hikmeti ararken: İslam felsefesinin günümüzdeki anlamı başlıklı makalesinde, bu çalışmalara hem bir temel hem de bir çatı sunmaktadır. İslam medeniyeti özelinde kelam, felsefe ve tasavvuf üçlüsüyle tezahür eden yapıların ilişkilerini dinamik bir tarih anlayışıyla ele alan yazar, 'yenileme' ve 'yineleme' mantığına dayanan bir 'yeniden teşekkül' girişimine olan ihtiyaca, bu girişimin tarihteki temellerine ve günümüzdeki imkanlarına işaret ederken, İslam düşüncesi ile ilgili yıllardır sürdüregeldiği çalışmaların vurgulu bir özetini sunmaktadır.
Bu sayının takip eden yazıları klasik dönemin önemli düşünürlerinin katkılarını ve klasik İslam düşüncesi geleneği içindeki yerlerini ortaya koymaya çalışmaktadır. İbrahim Yemenli'nin Bir İbn Sînâ şârihi, Ekmeleddîn en-Nahcuvânî ve varlık anlayışı isimli makalesi, bir yandan, İslam düşüncesinin zirvelerinden İbn Sînâ'yı en iyi yansıtan el-İşârât ve't-Tenbîhât metnini Eflatun, Yeni-Eflatunculuk ve İşrakî felsefe etkisiyle eklektik bir şekilde yorumlayan Nahcuvânî'nin varlık anlayışını ortaya koyarken diğer yandan da felsefe, din ve tasavvufun karşılıklı ilişkilerinin ve bunların uzlaştırılmasının bir örneğini sunmaktadır. Yemenli'nin bu çalışması, İbn Sina sonrası şerh ve haşiye dönemine ait bir örneği bize tanıtması açısından da önem taşımaktadır.
İbn Rüşd'ün İbn Sînâ'yı eleştirisi: el-Fark beyne re'yeyi'l-hakîmeyn isimli çalışmasında, Aristo şarihi ve Batı İslam düşüncesi geleneğinin zirvesi olan filozofun Doğu İslam düşüncesi geleneğininin zirvelerinden Fârâbî ve İbn Sînâ'ya getirdiği eleştirileri ele alan Ömer Mahir Alper, İbn Rüşd'ün, bir yandan, Fârâbî ve İbn Sînâ'nın burhanî felsefeyi asıllarından koparmalarını eleştirmek, diğer yandan da Gazâlî'nin Fârâbî ve İbn Sînâ'ya getirdiği eleştiriler sebebiyle zayıflayan felsefeyi desteklemek şeklinde tezahür eden felsefî katkılarını ortaya koymaktadır.
İbn Rüşd tartışmalarını İbn Rüşd'ün düşünce sisteminde hakîkat, fesefe ve din ilişkileri başlıklı makalesiyle sürdüren Hüseyin Sarıoğlu, filozofun zihnî faaliyet için koyduğu ilkelerden hareket ederek, hem İbn Rüşd'e göre akıl ve vahyin, felsefe ve dinin hakîkatin iki yüzü olduğunu açıklamakta, hem de ona izafe edilen çifte hakîkat yakıştırmasını eleştirmek suretiyle, İslam medeniyetinin antik medeniyet birikimleriyle yüzleşirken ölçüt aldığı, hangi kaynaktan gelirse gelsin hakîkate sahip çıkma ilkesini öne çıkarmaktadır.
Seyfi Kenan, tıptan felsefeye birçok ilim dalında mühim çalışmalar ortaya koymuş bulunan Ebu Bekir er-Razi hakkındaki mülhidlik iddialarını tartıştığı Hekim-filozof Ebu Bekr er-Razi bir mülhid miydi? başlıklı çalışmasında, bir taraftan bu iddiaların sıhhatini araştırırken diğer taraftan da din-felsefe ilişkisine dair sürdürülen tartışmalarla ilgili ilginç bir arkaplan sunmaktadır.
Akıl-vahiy tartışmalarına tekrar dönen Ayhan Tekineş, İlk devir İslam dünyasında akıl üzerine tartışmalar isimli makalesinde, özellikle mezheplerin ve fikir akımlarının oluşmasında önemli bir ayraç olan, bilgi kaynağı olarak aklın değeri, vahiy karşısındaki konumu ve vahiy olmaksızın hakîkatleri bilip bilemeyeceği gibi konuları, Ehl-i Sünnet ve Mutezile mezhepleri ekseninde tartışmaya açmaktadır.
Araştırma Notu bölümünde, Cağfer Karadaş'ın interdisipliner yönüyle Gazâlî'yi incelediği Çok yönlü bir âlim portresi: Gazzâlî başlıklı çalışması yer almaktadır. Karadaş, bir "entellektüel" ve müceddit olarak değerlendirdiği Gazâlî'nin felsefi, sosyal ve derunî yönlerine işaret etmektedir.
Bu sayı ile tekrar başlattığımız Yazma Tanıtımı bölümünde de yine antik birikimi özümseyip yeniden üreten çalışmaların bir örneği tanıtılmaktadır. İbnu'l-Ekfânî'nin İkmâlu's-siyâse fi ilmi'l-firâse isimli eseri başlıklı çalışmasında, Şükran Fazlıoğlu, eserin Aristo'nun sözde-eseri Sirru'l-esrâr'dan, Polemon, Hipokrat, Fahruddin er-Razi ve İbn el-Arabi'ye uzanan kaynaklarını ve firaset ilminin mahiyet ve önemini eserden örnek tercümelerle göstermektedir.
Dergimizin son yazısı olan İslam düşüncesi ve batı felsefesi alanında yapılmış arapça yüksek lisans ve doktora tezleri, Harun Anay'ın bibliyografya çalışmalarının devamını oluşturuyor. Arap ülkelerindeki üniversitelerde ve araştırma kurumlarında XX. yüzyılda hazırlanan akademik çalışmaların bir dökümünü veren bu çalışma, yazarın, Çağdaş arap düşüncesi üzerine isimli makalesinin bir devamı olarak da değerlendirilebilir. Anay bu çalışmayla, Arap dünyasında İslâm düşüncesi ve Batı felsefesinin gelişimi ve mevcut durumunu, ayrıca genel olarak düşünce hayatını ve tarihini anlamaya kapı aralıyor.
Bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle...
Dîvân İlmî Araştırmalar