.
Bilindiği üzere 2008 yılı, Türk tarihinde meşrutiyetin ikinci defa ilan edilişinin 100. yılıdır. 23 Aralık 1876da ilan edilen Kanûn-ı Esâsî ile Osmanlı tarihinde ilk defa meşrutî yönetime geçildi. Ancak birkaç ay sonra başlayan 18771878 Osmanlı-Rus savaşında, Osmanlının tarihinin en ağır yenilgilerinden birine maruz kalmasının ardından oluşan gergin ortamda, 13 Şubat 1878de, Meclis-i Mebûsanın tatiliyle hukukî açıdan tartışmaya açık olsa dahi fiili olarak meşrutî yönetim sona erdi. Bu tarihten itibaren Osmanlı ileri gelenlerinin bir kısmı nezdinde meşruti idarenin yeniden tesisi, Osmanlı Devletinin kurtuluşu için en önemli çözüm yolu idi. 1890lardan itibaren II. Abdülhamid yönetimine karşı giderek kuvvetlenen muhalefet hareketinin en önemli talebi de meşrutî yönetime geçmek şeklinde oldu. Bu denli kuvvetli bir beklentinin ardından 10 Temmuz 1324/24 Temmuz 1908de Kanûn-ı Esâsînin yeniden yürürlüğe konulması, çok büyük bir başarı ve önemli bir dönüm noktası olarak algılandı. Aradan geçen bir asırlık zaman dilimini değerlendiren uzmanlar, Temmuz 1908de meşrutî yönetimin yeniden tesisinin gerçekten önemli gelişmelere yol açacak bir dönüm noktası olduğunda hemfikirdirler.
Esasen, Padişah, Kral, Şah veya Çar, hangi sıfatla anılırsa anılsın devlet başkanının hak ve yetkilerinin sınırlandırılması ve hukukun üstünlüğü, bir başka ifade ile devlet başkanı ve onun oluşturduğu yönetici kadronun belli kanunlara tâbi olması anlayışı, Batının yanı sıra Osmanlı Devleti ve komşularında uzun süredir tartışılagelen bir husustu. Bu konudaki fikirlerin uygulamaya konulması konusunda ise Avrupanın öncelik kazandığı bilinen bir gerçektir. 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde meşrutî yönetim konusunda bir hayli tecrübe kazanan Avrupanın bilim ve teknoloji başta olmak üzere birçok alanda ilerlemesi Osmanlı Devleti, İran ve Rusya gibi nispeten geri kalmış ülkelerde ilerlemenin önemli unsurlarından birinin meşrutî yönetim olduğu fikrini kuvvetlendirdi. Bu anlayıştan hareketle 19. yüzyılın ikinci yarısında söz konusu ülkelerin karşılaştığı siyasi ve ekonomik problemlerin çözümünde meşrutî yönetime geçiş en önemli araç olarak görülmeye başlandı. Birçok etnik ve dini grubun yanı sıra farklı coğrafî bölgeleri de yönetimi altında bulunduran Osmanlı Devleti bu süreçten en çok etkilenen ülkelerden biri oldu.
Osmanlı tecrübesinin yanı sıra Rusya ve İran gibi meşrutî yönetime geçmek zorunda olan komşularının da tecrübelerinin önemli olduğu anlayışından hareketle Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisinin 2008 yılına ait iki sayısı Osmanlıda ve komşularında meşrutiyet tecrübesini ele alan yazılara tahsis edildi. 20. yüzyıl Osmanlı meşrutiyet tecrübesinin daha iyi anlaşılabilmesine katkı yapabileceği ümit edilerek, birinci sayıda, modern dönem meşrutiyet düşüncesi ve tecrübesinin tarihi kökenleri ile Osmanlı çevresinde meydana gelen benzer tecrübeler değerlendirilmeye çalışıldı.
Divanın Meşrutiyet sayılarının ilki, Osmanlı düşünce tarihi çalışmalarıyla tanınan Hüseyin Yılmazın Osmanlı Devletinde Batılılaşma Öncesi Meşrutiyetçi Gelişmeler adlı makalesi ile başlıyor. Osmanlı tarihinde Sultan-Halifenin yetkilerini sınırlandırma girişimlerinin izini sürmeye çalışan Yılmaz, bu konuda ilk önemli verilerin 16. yüzyıla kadar geriye gittiğini ortaya koyarak önemli açılımlar sağlıyor. 16. yüzyıldan itibaren devlette ve toplumda düzensizliğin arttığı yönündeki genel algılamadan hareketle çözüm olarak vezir-i azamın istiklal-i tam sahibi olması halinde düzeni sağlayabileceği fikrinin kuvvet kazanmaya başladığını vurgulayan Yılmaz, bu anlayışın 1650lerde Köprülü Mehmet Paşa zamanında ciddi manada uygulanmaya çalışıldığını belirtiyor. Makalenin ilerleyen sayfalarında Osmanlıda itaat ve direniş kültürü, yönetici kurumların siyasi sürece katılımı, devlet ve toplum arasındaki ara kurumlar ve yönetilenlerin temsili gibi hususlar meşrutiyet fikrinin gelişim süreci açısından ele alınıyor.
II. Meşrutiyet dönemi Arap topraklarında Osmanlı yönetim tarihinin en önemli uzmanlarından olan Hasan Kayalı, Arapların 1908 Meşrutiyet Tecrübesi adlı makalesi ile farklı algılanma süreçlerine maruz kalan konu hakkında oluşan literatürün güçlü bir muhasebesini yapıyor. Arap kimdir? sorusundan Hangi Arap? sorusuna geçilmesi gerektiğini vurgulayarak değerlendirmelerine başlayan Kayalı, 1882 sonrası Mısırda gelişen hürriyet taleplerine ve 1911de İtalyanın saldırısına maruz kalan Trablusgarptaki gelişmelere kısaca değindikten sonra Mısırın doğusunda kalan Arap topraklarındaki gelişmeler üzerinde yoğunlaşıyor. Kayalı, bu bölgenin meşrutiyet tecrübesinin bir bütünlük oluşturmadığını ve bölgesel farklılıkların yanı sıra muhtelif sosyal, ekonomik ve mesleki konumlarda olan Arapların yeni rejimden farklı surette etkilendiklerini ortaya koyuyor. Dönemin tarihyazıcılığında sıkça vurgulanan Türkleştirme, merkeziyetçilik ve Arapları dışlamak gibi politikaların sorgulayıcı bir bakış açısıyla bakıldığında savunulması zor iddialara dönüştüğünü ileri süren Kayalı, Albert Houraninin geliştirdiği seçkinler siyaseti paradigmasının bölgedeki siyasi gelişmeleri açıklamada gördüğü işlevi tespit ettiği gibi, II. Meşrutiyet döneminin Arapçılığın gelişme seyrindeki yerini de netleştirmeye çalışıyor. Ayrıca, Şerif Hüseyin isyanının milli bir hareket gibi görülemeyeceği ve Arap vilayetlerindeki cephelerde cereyan eden çatışmalara da kayda değer bir etkisinin olmadığı Kayalı tarafından vurgulanan hususlar arasında yer alıyor.
Osmanlı ve İran modernleşme çabalarının önde gelen uzmanlarından olan Fariba Zarinebaf, Alternatif Moderniteler: Osmanlı İmparatorluğu ve İranda Meşrutiyetçilik adlı makalesi ile temel İslamî referanslara yaklaşımında önemli farklılıklara sahip iki lider Müslüman ülkedeki meşrutiyet tecrübesini ortak ve farklı yönleriyle mukayeseli bir bakış açısıyla ele alıyor. Zarinebafın Divan dergisi için genişleterek son şeklini verdiği makale, her iki ülkenin birincil kaynaklarını ve konuyla ilgili literatürü hakkıyla değerlendirerek hazırlanmış olup alanına önemli açılımlar ve ciddi katkılar getirmektedir. Makalenin altı çizilmesi gereken katkılarından biri de, İranda gelişen meşrutiyet fikrinin önde gelen isimlerinin İstanbulda gelişen meşrutî düşünceden nasıl ve hangi yollarla etkilendiklerini ortaya koymasıdır.
Rusya tarihi üzerine araştırmalarıyla tanınan Kezban Acar, Divan dergisi okurları için 1905 Rus Devriminin Genel Bir Değerlendirmesini yaptı. 1905 devriminin Rus tarihinde en az 1917 Bolşevik devrimi kadar önemli ve bölgede gerçekleştirilen ilk devrim olmasıyla da dikkat çekici olduğunu vurgulayan Acar, devrime giden yola açıklık getirdikten sonra devrime dair ilgi çekici değerlendirmeler yapmaktadır. Acara göre 1905 Rus Devriminin gerçekleşmesinde işçi ve köylü sınıflarının yanı sıra liberallerin de önemli katkısı olmuştur. Makalenin önemli açılımlarından bir diğeri de İran ve Osmanlı meşrutiyet tecrübeleri ile mukayeselere yer vermesidir.
Balkanlarda Osmanlının son döneminde meydana gelen olayların merkezdeki siyasi gelişmeler üzerindeki etkisinin önemi giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Osmanlı Balkan tarihini daha iyi anlamamıza katkı yapan önemli isimlerden biri de Mehmet Hacısalihoğludur. Hacısalihoğlu, Jön Türklerin Balkan Politikası (19081913) adlı çalışması ile İttihatçıların Balkanları Osmanlı yönetiminde tutabilmek için geliştirdikleri kademeli siyasi çözüm çabalarına açıklık getiriyor. Makale ayrıca, Balkanlarda Osmanlı yönetiminin devamını sağlamak üzere uzlaşma çabalarında başarısız olan İttihatçıların, kanun gücüyle birliği sağlamaya çalıştığını, bunda da başarılı olamayınca sert politikalara başvurarak nihayet Balkan Savaşlarıyla karşı karşıya kaldıklarını da ortaya koyuyor. Bu çalışmanın önemli tespitlerinden biri de, Balkanlardaki başarısızlıkların 1913ten sonra İttihatçıların politikalarının sertleşmesinde etkili olduğudur.
Bilindiği üzere, 1860lı yıllar Osmanlı topraklarında meşrutiyet fikrinin kuvvet kazanması bakımından en önemli yıllardır. Bu yılların önemli girişimlerinden biri ve modern dönem İslam coğrafyasında ilk anayasa girişimi olarak bilineni, 1861 tarihli Tunus Kanunudur. Bu denli önemli olmasına rağmen hak ettiği ilgiyi görmemiş olan bu konuda Ayhan Ceylan Osmanlı Coğrafyasında İktidarın Sınırlandırılması (Anayasacılık): Tunus Tecrübesi adlı makalesi ile önemli bir katkı yapıyor. Ceylan, Tunusta anayasacılığı hazırlayan sebepler, anayasa düşüncesinin gelişim seyri, hazırlanan anayasanın tahlili ve uygulanma biçimi üzerinde durduktan sonra bu tecrübenin sonraki döneme etkileri hususunda da önemli tespitlerde bulunuyor.
19. yüzyıl Osmanlı reformlarının en önemli uygulama alanlarından biri şüphesiz Mısır vilayetidir. Dönemin Osmanlı sultanlarının merkezde uygulamaya çalıştıkları reformların benzerlerini Mısırda daha önce uygulamaya koyan Mehmet Ali Paşa hanedanı 1860larda farklı saiklerle de olsa Meclisli bir yönetim tecrübesine geçmiştir. 19. ve 20. yüzyıl Mısır tarihi çalışmalarıyla tanınan Hilal Görgün Mısır Vilayetinde Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi adlı makalesi ile 1882 işgali öncesi Mısırdaki meşruti tecrübeye açıklık getiriyor. Görgün, 19. yüzyılda Mısırda görülen gelişmeleri Osmanlı çerçevesi dışında anlamaya çalışmanın sağlıksızlığına işaret ettikten sonra Tanzimatın Mısır üzerindeki etkileri, 1866da tesis edilen Meclis-i Şurâin-Nüvvâb ve 1870lerdeki meşrutiyet tartışmaları üzerinde yoğunlaşıyor. İşgal öncesi son yıllarda meydana gelen Urabi Paşa ayaklanması ve anayasal hareketler makalede ele alınan diğer hususlar arasında yer alıyor.
Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi meşrutiyet sayılarının ilki, İhsan Demirbaşın Rusya Türklerinin II. Meşrutiyete Bakışları Hakkında Notları ile sona eriyor. Demirbaş, Rusya Türklerinin Osmanlı başkentindeki meşrutiyetle ilgili gelişmeleri ne kadar yakından takip ettiklerini Tercüman, Vakit ve Yulduz gibi Rusya Türklerinin yayımladığı önemli gazetelerden derlediği alıntılarla ortaya koyuyor. Rusya Türklerinin Osmanlı Rus yakınlaşması hususunda çaba sarf etmeleri ve meşrutiyetle Osmanlı tebaasına sağlanan imkânların Rusya tarafından kendilerine de sağlanması yolunda beklentiye girmeleri, dikkat çeken notlar arasındadır.
Meşrutiyet sayılarımızın editörlüğünü üstlenen ve yayın sürecinin başından sonuna kadar her aşamasında büyük katkı sağlayan Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Ş. Tufan Buzpınara ve tüm yazarlarımıza Yayın Kurulu olarak teşekkür ediyoruz. Bu sayıyı onlara borçluyuz.
Meşrutiyetle ilgili ikinci sayımızda buluşmak dileğiyle
Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi
Yorum yazın
Yorum yapmak için giriş yapın.