Yirmi dört ve yirmi beşinci sayılarında Meşrutiyet konusunu ele alan Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisinin yirmi altıncı sayısı, siyasî düşünceler tarihinden, 17. yüzyıl Osmanlı siyasî tarihine, yine aynı yüzyılda Osmanlıda cereyan eden faiz ve muamele-i şeriyye tartışmalarından 1909da Meşrutiyete karşı Halep-Kosova hattında ortaya çıkan isyana, Cumhuriyet sonrası yaşanan hilafet tartışmalarından eğitim tarihine kadar geniş bir alanı kapsayan altı makale yanında kitap ve sempozyum değerlendirmeleriyle okuyucularının karşısında.
Bu sayının ilk yazısı Enes Kabakcı ve Özgür Adadağa ait: Islahtan Devrime: Tanzimattan Cumhuriyete Osmanlı-Türk Siyasî Düşüncesinde Değişim Algısı. 19. yüzyılın başından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan süreçte Osmanlı-Türk siyasal elitlerinin toplum ve siyaset algılarında önemli değişimler gözlemlendiği varsayımından hareket eden Kabakcı ve Adadağ, çalışmalarında son dönem Osmanlı ve ilk dönem Cumhuriyet elitlerinin toplumsal ve siyasal değişimi değerlendirmelerinde gözlemlenen farklılaşmaları, bu elitlerin dağarcıklarında önemli yer tutan denge, ahenk, ıslah, düzen, ilerleme, inkılap vb. kavramlar çerçevesinde inceliyorlar. Yazarlara göre 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun yaşadığı güç kaybına bağlı olarak var olan yapının sorgulanmaya başladığı görülmektedir. Bu sorgulama sürecinde Osmanlı devlet adamları sorunları tespit edip bunlara çözüm aramaya başlar. Getirilen çözüm önerileri, içinde bulunulan durum ile daha önceki ideal durum arasındaki sapmanın giderilmesine dayalıdır: Ahlakî bir yenilenmenin, temel belirleyiciler olan örf ve şeriata sadık kalmanın, geçmişteki usul ve nizamlara geri dönmenin gerekliliği belirtilir. Yani sözkonusu çözüm önerisi eski yapının tekrar kurulmasını amaçlayan bir değişim anlayışını yansıtır. 18. yüzyıldan itibaren ise imparatorluğa dair sorunları ortaya koyma şekli ve onlara getirilen çözüm önerilerinin içeriği, bir önceki döneme göre farklılık göstermeye başlar. Bunun temel sebebi bu yüzyıldan itibaren ve -giderek artan bir şekilde- 19. yüzyıl boyunca Batının Osmanlı İmparatorluğu mensupları tarafından birçok alanda model olarak alınmaya başlamasıdır. İki asra yayılan ve modernleşme/Batılılaşma olarak da nitelenen bu sürece yakından bakıldığında, gerek muhalefette gerek yönetim kademesinde bulunanların genel olarak tarih algılarının, özelde ise toplumsal ve siyasal değişime bakışlarının nasıl bir evrim gösterdiğini görmek mümkündür. 18. yüzyıla kadar Osmanlı devlet adamları ve tarihçileri imparatorluğun sorunlarına ıslah kavramı çerçevesinde yaklaşmışlar ve çözümleri sistemin iç bünyesinde veya geçmişte aramışlardır. 19. yüzyılda ise bu kavram yerini Batının model alındığı bir reform hareketine bırakmıştır. Kabakcı ve Adadağa göre Osmanlı İmparatorluğunun son asrına ve Cumhuriyetin ilk yıllarına damgasını vuran, toplumsal ve siyasal değişim amacını anlatan kavramların sayısı azımsanmayacak kadar fazladır: Islah, tanzimat, reform, terakki/ilerleme, evrim, ihtilal, inkılap, devrim vs. Ancak, ıslahtan devrime uzanan bu kelime grubuna eşlik eden bir diğer grup da nizam/düzen, intizam, ittihat/birlik, ahenk/uyum, aheng-i ittihat, süreklilik vs. kavramlarıdır. Her ne kadar çok geniş bir anlam aralığına sahip olsa da her iki kelime grubunun temel bileşeni değişim fikridir. Başka bir ifadeyle değişim kavramı farklı anlam bütünlükleri olan tüm bu kelimelerin üst başlığı gibidir. Diğer taraftan, bu üst başlığın altına yerleştirilen ve bir arada düşünülen kavramlar gene bir sentez arayışını yansıtır niteliktedir. Örneğin devrim ve düzen gibi ilk bakışta zıt anlamlarda oldukları düşünülecek iki kavram birbirlerini tamamlayacak şekilde değişim amacının vazgeçilmez parçaları olarak kullanılır. Bu durum, Osmanlı düşün dünyasına hâkim olan siyasal muhafazakârlığın yansımasıdır. Değişim tedrici şekilde, yani aşama aşama, yavaş yavaş gerçekleşmelidir. Devrim gibi şiddetli ve ani değişim, ancak değişim amacına ulaşmak için bir araç olabilir ve eğer devrim gerçekleşirse toplumsal düzen mutlaka korunmalı, geleneklerle uyumlu hareket edilmelidir. Kurtuluş Savaşının başarıyla sonuçlanması sonrasında bu tedrici yaklaşım eleştirilir. Fakat bu dönemde de önceki dönemlerde olduğu gibi koruma içgüdüsü güçlüdür. Ancak bu sefer korunması gerektiğine inanılan geçmiş değil, gelecektir. Bugünün kazanımları geleceğe taşınmalı ve korunmalıdır. Bu çerçevede, değişim fikrinin bu dönemdeki anahtar kelimesi olan inkılapçılık/devrimcilik ilkesi biri muhafaza etmeye diğeri ilerlemeye imkan tanıyan iki işlevi barındırır. Kabakcı ve Adadağa göre ilerlemecilik tabirini sadece Cumhuriyet dönemini tanımlamak için değil Osmanlı İmparatorluğunun son döneminden itibaren tüm süreci ifade etmek için kullanmak yanlış olmayacaktır. Zira, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren değişimin nasıl gerçekleştirileceğine dair farklı yaklaşımlar olsa da bir kavram tüm dönemlerin ortak paydasını oluşturur: ilerleme. Genç Osmanlılar, Jön Türkler ve Kemalistler şeklinde gruplandırılabilecek üç kuşak için de ilerleme temel hedeftir. İlk grup bu kavramı Osmanlı dünyasında kullanıma sokar; muhafazakar bir aktivizm benimseyen ikinci grubun sloganı düzen ve birlik içinde ilerlemedir; toplumsal ve siyasal değişim konusunda daha radikal bir yol benimseyen üçüncü grup ise ilerleme yolundaki hedefi, muasır medeniyet seviyesi olarak belirler.
Günhan Börekçinin İnkırâzın Eşiğinde Bir Hanedan: III. Mehmed, I. Ahmed, I. Mustafa ve 17. Yüzyıl Osmanlı Siyasî Krizi başlıklı yazısı ise 1602-1604 yılları arasında İstanbulda görev yapmış Venedik balyosu Francesco Contarininin yazdığı bazı raporları, erken 17. yüzyıl Osmanlı hanedan ve siyasî krizi bağlamında incelemektedir. Henüz yayınlanmamış olan bu raporlar titizlikle inceleyen Börekçi, bu sayede Sultan III. Mehmed, oğulları I. Ahmed ile I. Mustafa ve bu sultanların anneleri hakkında önemli bilgilere ulaştığı gibi I. Ahmedin saltanatının hemen başında Osmanlı hanedanının ciddi bir inkırâz tehlikesi atlattığı gerçeğini gün yüzüne çıkarmaktadır. Börekçiye göre III. Mehmedin saltanatının son yılında yaşanan sipahi isyanı ve Şehzade Mahmud vakası ile I. Ahmed döneminin ilk aylarında atlatılan inkırâz tehlikesi, yarattığı siyasî dinamikler ve sorunlar açısından, bilhassa I. Ahmed ve hanedan ailesi üzerindeki etkilerini daha uzun bir süre sürdürmüş olmalıdır. Bu çerçevede I. Ahmedin kardeşi Mustafayı neden saltanatı boyunca ısrarla hayatta tuttuğuna dair bazı önemli ipuçlarına ulaşılabileceğini düşünen Börekçi, her şeyden önce, I. Ahmed tahta geçtiğinde henüz çok küçük yaşta olan Şehzade Mustafanın ağabeyinin saltanatına karşı gerçek bir alternatif olarak düşünülmesinin uzun bir süreliğine sözkonusu olamayacağını belirtmektedir. Daha önemlisi, Sultan Ahmedin 1604, 1605, 1611 ve 1612 yıllarında doğmuş ilk dört şehzadesinden (sırasıyla, Osman, Mehmed, Selim ve Murad), Selim bebekken aynı yıl içinde ölmüş, diğerleri ise babaları vefat edene kadar bir hastalık ya da kaza eseri ölme tehlikesini tam manasıyla geçiştirebilecek ya da daha az riskli sayılabilecek bir yaş seviyesine ulaşmamıştı. Hanedan ve sultan üzerinde oluşmuş bu ciddi baskı yüzünden, I. Ahmedin 1612den sonra bir süre daha çocuk yapmaya devam etmesi ve olabildiğince fazla şehzade sahibi olması, Börekçiye göre, sultan ve hanedan açısından her türlü ihtimale karşı alınabilecek en makul tedbir olarak düşünülmüştü. Börekçi, 17. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan ve hem I. Ahmedi hem de Osmanlı hanedanını o zaman kadar yaşamadığı kadar aniden etkisi altına almış inkırâz tehlikesinin, bilhassa bu yıllar içinde hanedandaki bütün erkek üyelerin yaşları göz önüne alındığında, I. Ahmedin kardeşi Mustafayı idam ettirmeme kararını belirli bir düzeyde etkilemiş olduğunu ileri sürmektedir. Börekçinin makalesi, Osmanlı tarihinin nispeten az çalışılmış bir dönemine tuttuğu ışık yanında Osmanlı tarihyazımında Venedik arşiv kaynaklarının ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu vukufiyetli bir şekilde göstermesi bakımından da şimdiden literatürde önemli bir yere sahip olmaya aday gözükmektedir.
17. Yüzyıl Sonlarında Muhalif Bir Metin: Muhammed b. Hamza el-Aydınînin Beyul-Îne Risalesi başlığını taşıyan üçüncü çalışma Süleyman Kayaya ait. Kaya, makalede, Müslüman toplumlarda haram olan faizden sakınmak üzere geliştirilmiş bir hile-i şeriyye olarak değerlendirilen beyul-îne akdi ya da Osmanlıca ifadeyle muamele-i şeriyyenin mahiyetine dair tahlillerinden sonra Osmanlı ulemasının, özellikle şeyhülislamların cevaz verdiği bu akde muhalif bir ismin, Muhammed b. Hamza el-Aydınînin beyul-îne risalesine inceliyor. Kayanın çalışması, Aydınînin henüz yayınlanmamış risalesinin tercümesiyle daha da zenginleşiyor.
Abdulhamit Kırmızının yazısı ise Meşrutiyetin Osmanlı coğrafyasında ikinci defa ilanının yüzüncü yılı münasebetiyle yayınladığımız iki sayıya bir zeyl niteliğinde: Halep-Kosova Hattı, 1909: Arnavutlukta Meşrutiyete Karşı Bir İsyan Teşebbüsü. Kırmızının Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak hazırladığı makale hem siyasî hem de sosyal tarihe ışık tutan veriler içeriyor: Mart 1909da Halepte görevli Binbaşı Yakovalı Rıza Bey, terhis olup memleketine dönerken kendisine uğrayan Prizrenli bir ere, Recepe, bir tomar evrak verir ve bu paketi oğluna ulaştırmasını ister. Bir ihbarı değerlendiren zaptiyeler Recepi memleketine varmak üzereyken yakalar ve elindeki paketi ele geçirirler. Pakette Halep ulemasının fetvaları ve Yakovalı Rıza Beyin Kosova vilayetindeki Arnavut beylerini isyana çağıran mektupları vardır. 31 Mart Vakasına denk gelen bu isyan teşebbüsü geniş kapsamlı bir kovuşturmaya konu olur, birçok kişi tutuklanıp hapis ve sürgün edilir. Kırmızı, mektuplarda geçen vatan, millet, kanun, şeriat ve hilafet gibi kavramların bağlamlarını değerlendirdiği gibi olayın 31 Mart Vakasıyla ilişkisini de sorguluyor.
Bu sayının beşinci yazısı, Halifenin Yokluğunda Hilafet Tartışmaları: 150lik Rıza Tevfikin Ammandan Londraya Gönderdiği Bir Mektup Üzerine başlığıy
Arzu M. Nurdoğanın Robert Koleji Mühendislik Okulu (1912) başlıklı yazısının temel varsayımı, Osmanlı İmparatorluğunda açılan yabancı okulların bağlı bulundukları devletin dilini, dinini ve kültürünü yaydıkları ve ülkelerinin emperyalist gayelerine hizmet ettikleri noktasından hareketle, bu okulların her yönüyle aydınlığa kavuşturulmasının vazgeçilmez önemi haiz bulunduğudur. Nurdoğana göre 18. yüzyılın başlarından itibaren imparatorluğun çöküş sürecine girmesi, Avrupa tarzında eğitimli, teknik bilgi, beceri ve donanım sahibi gençlere giderek daha fazla ihtiyaç hissedilmesi, bu sahada bazı ciddi adımların atılmasını kaçınılmaz kılmıştır. Tarihsel yöntemi kullanarak kaleme aldığı araştırmasında, Robert Kolejde açılan Mühendislik Okulunun imparatorluktaki teknik bilgi ve deneyim birikimine katkılarının niteliğini anlama çabası sergileyen Nurdoğan, okulun fizikî şartlarından, müfredatına ve hoca kadrosuna kadar pek çok konuyu titizlikle inceliyor.
Bu sayıda iki kitap ve bir sempozyum değerlendirmesine de yer veriyoruz: Hümeyra Karagözoğlu, Nebi Mehdiyevin Çağdaş Din Felsefesinde Epistemolojik Yaklaşımlar ve Tanrı İnancının Rasyonelliği başlıklı eserini, Halil Aydınalp ise Roxanne L. Eubenin Enemy in the Mirror: Islamic Fundamentalism and the Limits of Modern Rationalism adlı çalışmasını değerlendiriyor. Ş. Tufan Buzpınar ise 22-25 Haziran 2009da Şamda gerçekleştirilen Osmanlı Döneminde Kudüs: Uluslararası Kongrenin arka planını ve muhtevasını okuyucularla paylaşıyor.
Gelecek sayıda buluşmak ümidiyle
Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi