İbn Haldun İslam düşünce tarihinde birçok ayrı branşta çalışmış ve kafa yormuş, bugün de güncelliğini koruyan ve hâlâ tartışılan önemli bir bilgindir. İslami ilimlerde kıraat, hıfz ve hadis çalışmaları gibi başat temrinlerle birlikte mantık eğitimi de almış, diğer yandan meşşâî filozofları da ciddiyetle çalışmıştır. Ancak filozofların ilm-i ilahisini (metafiziği) reddetse bile kendisi de bir anlamda felsefe yapmış, aynı zamanda onların önemli eserlerine de atıflarda bulunmuştur. Bununla birlikte klasik felsefi ürünleri vermenin dışında bambaşka bir alanda felsefe yaptığını; hikmet ilimlerinden bir ilmin kurucusu olduğunu belirtmiştir. Bu noktada tarih ilmi üzerinden bir dönüşüme neden olmuştur. Bu bağlamda İbn Haldunun literatürde de tartışmaya neden olan felsefi ekollerle ilgisi, burada özellikle onun Endülüslü meşhur filozof İbn Rüşdle karşılaştırılması açısından değerlendirilecektir. Ancak bu değerlendirme yapılırken, düşünürün kelâm ve tasavvuf gibi diğer alanlarla ilişkisi ve aynı zamanda felsefi ekoldeki doğrudan argümanları da göz önüne alınarak bütüncül bir değerlendirmeye gidebilmek önem arz etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, İbn Rüşd ile ilişkisini doğru okumaya çalışmak, bugünün İbn Rüşd- Gazâlî karşılaştırmasına göre değil, İbn Haldunun bizzat bu isimlere ne şekilde atıfta bulunduğuna ya da eserinde ne şekilde bir yöntem izlediğine bakılarak yapılabilir. Burada özellikle umranın medenîleşme çizgisine göre oluşturulmuş bir planla ortaya koyduğu Mukaddimenin o dönemde mevcut ilmî disiplinler hakkında neler söylediği de önemlidir. Böylelikle onun kurmuş olduğunu söylediği hikmet ilimlerinden olan (dolayısıyla felsefeden olan) umran ilmi, bir ekole dâhil edilebilir mi ve edilecek olursa bu tam olarak ne anlama gelecektir? Ya da klasik anlamında bir yerleştirme çabası İbn Haldun için ne derece yerindedir? Bu makalede tartışmak istediğimiz mesele budur.
Cemile BARIŞAN