İşraki hareket kavramından Deleuze'ün Bergson'la olan fikri münasebetine, Türkiye'de asker anılarından XV. yüzyılda Kahire'de şer'î siyasete, Şihabüddin Yahya Sühreverdi'den Ali Gazzali'ye uzanan bir düşünce yolculuğu olarak hazırlanan Dîvân'ın 39. Sayısı okurlarının ilgisini bekliyor. Bu sayı üç telif makale, bir araştırma notu ve yedi kitap değerlendirme yazısını kapsamaktadır.
İşraki felsefe, nur kavramına dayalı ontolojisi, miktar kavramına dayalı cisim teorisi ve zevkî yöntemiyle XII. yüzyıldan itibaren müstakil bir felsefi sistem vasfına kavuşmuştur. Bu makalede bütüncül bir felsefi sistemin tutarlılıkla çözmesi beklenen hareket probleminin, İşrakiliğin baş yapıtı sayılan Hikmetül-işrâkta nasıl formüle edildiği ele alınmaktadır. Cismin niteliksel, tözsel özelliklerinden arındırıldığı ve miktar kavramında ifadesini bulan salt arazlar topluluğuna indirgendiği İşraki hareket teorisi Meşşai hareket teorisiyle mukayeseli olarak incelenmekte ve tanımı, kaynağı ve önerdiği çözümler açısından tutarlı bir modelden beklenen kriterleri ne kadar karşıladığı tartışılmaktadır. İşraki sistemde mücerret nurların dairesel hareketleri doğrudan Nûrul-envârın feyezanına (işrâk) bağlanmakta; unsuri cisimlerin (berzah) oluş-bozuluşa konu olan hareketleri heyula-suret gibi cevherler ya da tabiat gibi mahiyeti belirsiz güçler yerine mücerret nurların miktarlar âlemindeki senkronize yansımalarıyla açıklanmakta, nur-miktar arasındaki bağlantı sorunu ise sıcaklık ile aşılmaktadır. Sonuçta, insan psikolojisinden bilgi teorisine birçok alanı doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen İşraki hareket yorumunun, salt İbn Sinacı geleneğin devamı sayılamayacak yenilik unsurları barındırdığı savunulmaktadır.
İshak ARSLANDeleuzeün Bergson ile ilişkisi çağdaş bir Fransız filozofun kendi geleneğine olan akademik bir ilgisi değil, beklenmedik imkânlar yaratan bir karşılaşma, yeni hakikatler üreten bir olaydır. Bu yazıda iki filozofun ilişkisi, Bergsonun temel fikirleri, Deleuzeün Bergsonu okuması ve Deleuzeün Bergsonla felsefeyi ve sinemayı yeniden okuması ortaya konulmaktadır. Düşünce serüveni boyunca Deleuzeün Bergsona müracaatları bu yazıda kronolojik aktarılmaktadır. Bergsonu vitalist, spritualist bir filozof olarak gören akımlardan farklı olarak Deleuze, Bergsonun virtüelite kavramından hareketle yeni bir materyalist ontoloji türetmiştir. Bu dönüşümü serimlemek için burada öncelikle Bergsonun felsefesi ana hatlarıyla, kısaca izah edilmektedir. Bu, mümkün olduğunca Deleuzeün müdahâlesi parantezine alınarak, bir Bergson okuması olacaktır. Ardından Deleuzeün kendi Bergson monografileri incelenmekte ve nihayetinde Deleuzeün Bergsonun imaj kavramından hareketle geliştirdiği sinema felsefesi açıklanmaktadır. Deleuze, Bergsonu virtüel hâlinden çıkarıp, geçmişin bir katmanından anın ihtiyaçlarına göre güncellemiştir. Lakin her güncelleme bir farklılaşmadır. Bu nedenle Deleuzeün kendi ihtiyaçlarıyla Bergsonu nasıl güncellediğini okumadan önce, Bergsonun kendi metinleri üzerinden bir Bergson tasviri yapılıp, ardından Deleuzeün Bergsonu olarak onun aktüelleşmesi incelenmektedir. Hegelin olumsuzlamaya dayalı, ilerlemeci, negatif diyalektik farkına karşı, Bergsonun farkı olumlayan virtüel çokluk düşüncesini kuşanan Deleuzeün, çokluğu, farkı ve oluşu kavramaya imkân sağlayan yeni bir ontoloji geliştirmesi izah edilmektedir. Ayrıca Bergsonun imaj kavramına dayanarak, özne merkezli olmayan bir bilinç teorisi ve buna bağlı bir sinema felsefesini nasıl geliştirdiği ortaya konulmaktadır.
Metin DEMİRMemlükler döneminde Kahirede kaleme alınan ve siyasi-fıkhi hükümlere dair konuları birarada ele alan Tahrîrüs-sülûk fî tedbîril-mülûk'un yazarı konusunda literatürde birbirinden farklı değerlendirmeler mevcuttur. Eser ilk olarak, Fuad Abdülmünim Ahmed tarafından risalenin nüshalarından birinin müstensihi olan Ebül-Fazl Muhammed el-Arece (ö. 1519) nispet edilerek yayınlanmıştır. Bu çalışmada, Abdülmünim Ahmedin Tahrîrin yazarı ile ilgili tesbitinin yanlış olduğu ve bu eserin el-Arecden yaklaşık elli yıl önce vefat eden Ali b. Muhammed Gazzali (ö. 1473/74) tarafından 1454 yılında kaleme alındığı gösterilmektedir. Tahrîr uzunca bir girizgâh, mukaddime, vasıta ve hâtime olmak üzere dört kısımdan oluşmaktadır. Girizgâhda devlet başkanının ehemmiyeti ve vazifeleri; mukaddimede devlet başkanının ahlakî evsafı ele alınmaktadır. Metnin en uzun kısmını oluşturan vasıta bölümü mezalim konusuna ayrılmıştır. Hâtime ise devlet başkanının ceza hukuku alanındaki tasarruflarını şerî bir çerçeveye oturtmaya hasredilmiştir. Risalede, muhakeme usulüyle ilgili hükümler devrin şartları da gözetilerek incelenmekte, bu çerçevede siyasi otoritenin konumu belirlenmekte, kadıların yetki ve sorumluluk alanı dışında kalan yahut onların bir şekilde güç yetiremeyecekleri konularda şeriatın tatbikinin şekilleri üzerine yoğunlaşılmaktadır. Ali Gazzali, uygulayacıları açısından hükümleri iki kısma ayırmaktadır. Ona göre, kadılar ahkamı uygularken, umera yani yürütme gücünü elinde bulunduranlar siyaseti uygulamaktadır. Şeriat ise ahkam ve siyaseti kuşatan bir üst çerçeve olarak takdim edilmektedir. Risalenin, kökeni Maverdiye kadar inen bu ayrıma vurgu yapıp, XV. yüzyılda Kahirede yeniden gündeme taşıması açısından hususî bir ehemmiyeti haiz olduğu söylenebilir.
Özgür KAVAKyüzyılda Türkiye topraklarında askerler tarafından kaleme alınan yaşam anlatıları (anı, hatırat, otobiyografi, defter, günlük vb.) incelenmektedir. Osmanlı-Türk modernleşmesinin önemli kolektif aktörlerinden ordu üzerine yapılan çalışmalar son yıllarda artmış olmakla birlikte, literatürde ordunun kendisine odaklanan çalışmaların yeterli olduğunu söylemek güçtür. Bu çalışmada, orduyu oluşturan askerlerin kendi kalemlerinden çıkmış yaşam anlatılarına yoğunlaşılmakta ve bu metinlerin ordunun siyasi ve toplumsal rol ve eylemlerini anlayabilmek için sunacağı imkânlara işaret edilmektedir. Bu metinler, asker bireylerin kişisel görüşlerini ifade edebilmeleri bakımından özgür birer mecra olmaları itibariyle, resmî/kurumsal açıklamalarda bulamayacağımız insanî, canlı ve otantik veriler sunmaktadırlar. Bu özellikleri nedeniyle, bu metinler, Türkiyede ordu, toplum ve siyaset ilişkileri konusunda oluşmuş yazını zenginleştirme ve ayrıntılandırma potansiyeline sahiptirler. Bu kapsamda yapılan literatür araştırmasında, askerî öğrenciden mareşale kadar çeşitli rütbelerden askerlerin kaleme aldığı 150yi aşkın yaşam anlatısı incelenmiştir. Çalışmada bu anılar külliyatına ilişkin bazı nicel ve nitel tespitlere yer verilmiştir. Özellikle, askerlerin anı yazma nedenlerine, anıların vadettiği imkânlara, metinlerdeki genel temalara, anılarda hâkim olan genel iklime değinilmiştir.
Hakan ŞAHİN