19. yüzyılın başından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan süreçte Osmanlı-Türk siyasal elitlerinin toplum ve siyaset algılarında önemli değişimler gözlemlenir. Bu makalede, son dönem Osmanlı ve ilk dönem Cumhuriyet elitlerinin toplumsal ve siyasal değişimi değerlendirmelerinde gözlemlenen farklılaşmalar, dağarcıklarında önemli yer tutan denge, ahenk, ıslah, düzen, ilerleme, inkılap vb. kavramlar çerçevesinde incelenecektir.
Enes KABAKCI & Özgür ADADAĞBu makalede, 1602-1604 yılları arasında İstanbulda görev yapmış Venedik balyosu Francesco Contarininin yazdığı bazı raporlar, erken 17. yüzyıl Osmanlı hanedan ve siyasî krizi bağlamında incelenmektedir. Henüz yayınlanmamış bu belgeler, hem Sultan III. Mehmed, oğulları I. Ahmed ile I. Mustafa ve bu sultanların anneleri hakkında önemli bilgileri hâvidir, hem de I. Ahmedin saltanatının hemen başında Osmanlı hanedanının ciddi bir inkırâz tehlikesi atlattığını ortaya çıkarmaktadır.
Günhan BÖREKÇİBeyul-îne akdi ya da Osmanlıca ifadeyle muamele-i şeriyye; Müslüman toplumlarda haram olan faizden sakınmak üzere geliştirilmiş bir hile-i şeriyye olup bu akde Osmanlı ulemasının, özellikle şeyhülislamların cevaz verdiği görülür. Ancak Muhammed b. Hamza el-Aydınînin beyul-îne risalesinde görüldüğü üzere bazı âlimler bu akde karşı çıkıp mekruh olduğunu savunurlar. Bu yazıda Muhammed b. Hamza el-Aydınînin şahsı ve beyul-îne risalesi tanıtılıp muamele-i şeriyye anahatlarıyla ortaya konduktan sonra yazma halinde bulunan bu risalenin tercümesine yer verilmiştir.
Süleyman KAYAMart 1909da Halepte görevli Binbaşı Yakovalı Rıza Bey, terhis olup memleketine dönerken kendisine uğrayan Prizrenli bir ere, Recepe, bir tomar evrak verir ve bu paketi oğluna ulaştırmasını ister. Bir ihbarı değerlendiren zaptiyeler Recepi memleketine varmak üzereyken yakalar ve elindeki paketi ele geçirirler. Pakette Halep ulemasının fetvaları ve Yakovalı Rıza Beyin Kosova vilayetindeki Arnavut beylerini isyana çağıran mektupları vardır. 31 Mart Vakasına denk gelen bu isyan teşebbüsü geniş kapsamlı bir kovuşturmaya konu olur, birçok kişi tutuklanıp hapis ve sürgün edilir. Bu makale Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak sözkonusu olayın ayrıntılarını anlatıyor, mektuplarda geçen vatan, millet, kanun, şeriat ve hilafet gibi kavramların bağlamlarını değerlendiriyor ve olayın 31 Mart Vakasıyla ilişkisini sorguluyor.
19. yüzyılda Avrupalı büyük devletlerin kıta dışına taşan siyasî ve iktisadî hâkimiyet kurma çabaları, Asya ve Afrikadaki muhtelif Müslüman toplulukların kolonileşmesiyle neticelenmişti. Yüzyılın son çeyreğinde siyasî müstakilliğini koruyan az sayıdaki İslam devletinin en büyüğü Osmanlı Devleti idi. Bilhassa Sultan II. Abdülhamid devrinde Osmanlı sultanının müstemleke vaziyetine düşmüş muhtelif İslam toplulukları nezdinde İslam halifesi olarak itibarı arttı. Bundan endişeye kapılan İngiliz metropol ve koloni idarecileri, Osmanlı hilafetinin meşruluğunu tartışmaya açacak yayınlara başladılar. Öte yandan, Osmanlı siyasetinin meşrutiyet ve anayasa taraftarı muhalif yerli aktörleri de, bir iç politika enstrümanı olarak da kullanılan hilafetin nüfuz ve itibarını sınırlama planları geliştirmekteydiler. Ancak, II. Meşrutiyetin ilanı sonrasında iktidara gelip otoriter bir idare kuran İttihad ve Terakki Cemiyeti hükümetleri, II. Abdülhamidin İslam Hilafeti eksenli nüfuz politikasını ülke içi ve dışında devam etmeye çalıştı. İTC ile yollarını ayıran liberal ve seküler eğilimli Batıcı fikir ve siyaset adamları ise hilafet müessesine yönelik şüphe ve tereddütlerini artarak dile getirir hale geldi. Bunlardan biri olan Rıza Tevfik, gerek Meşrutiyet devrinde gerekse Türkiyeyi terk etmek zorunda kaldığı 1922 sonrasında, Osmanlı Hilafeti hakkındaki tenkitlerini en keskin dile getirenlerdendir. Sevres Antlaşmasına imza koyduğu gerekçesiyle Cumhuriyet idaresince 150likler arasına alınarak vatandaşlıktan da çıkarılan Rıza Tevfik, sürgündeki ilk on yılında, İngiliz himayesinde ve Şerif Hüseyinin oğlu Emir Abdullahın idaresinde kurulan Şarkül-Ürdün Emirliğinde görev yapmıştır. Bu makalede, Rıza Tevfikin 1926 yılında Ammandan o esnada Londrada bulunan İngilterenin Ürdün maslahatgüzarı Albay Henry Coxa gönderdiği ve bugüne kadar yayınlanmamış hususî mektubu çerçevesinde, geç Osmanlı ve Osmanlı sonrası hilafet tartışmaları değerlendirilmeye çalışılmaktadır.
Gültekin YILDIZAraştırmanın temel varsayımı Osmanlı İmparatorluğunda açılan yabancı okulların bağlı bulundukları devletin dilini, dinini ve kültürünü yaydıkları ve ülkelerinin emperyalist gayelerine hizmet ettikleri noktasından hareketle, bu okulların her yönüyle aydınlığa kavuşturulmasının vazgeçilmez önemi haiz bulunduğudur. Öte yandan XVIII. yüzyılın başlarından itibaren imparatorluğun çöküş sürecine girmesi, Avrupa tarzında eğitimli, teknik bilgi, beceri ve donanım sahibi gençlere giderek daha fazla ihtiyaç hissedilmesi, bu sahada bazı ciddi adımların atılmasını kaçınılmaz kılmıştır. Tarihsel yöntem kullanılarak kaleme alınan araştırmada, Robert Kolejde açılan Mühendislik Okulunun imparatorluktaki teknik bilgi ve deneyim birikimine katkılarının niteliğini anlama amacından hareket edilmiştir. Dolayısıyla bu amaç aynı zamanda çalışmanın kapsam ve sınırlarının da bir gerekçesi olmaktadır. Bugüne kadar Robert Kolejiyle ilgili başta John Freelynin A history of Robert College başlıklı iki cilt halinde yayınlanmış eseri olmak üzere önemli araştırmalar yapılmıştır. Ancak bu çalışmalar, genelde Kolejin uzun dönem tarihlerini incelemekte, bilhassa Osmanlı döneminde yaşanan kimi özel gelişmeler hakkında yeterli düzeyde bilgiyi içermemekte ya da bilimsel bilgiden ziyade hatırata dayanan birtakım olgu ve olaylardan bahsetmektedirler. Üstelik konunun Cumhuriyet öncesindeki boyutu, neredeyse yalnızca, New Yorkta bulunan Robert Koleji Arşivinden yararlanılarak kaleme alınmış, Osmanlı arşivlerindeki belgelerden hiç istifade edilmemiştir. Dolayısıyla Robert Koleji Mühendislik Okulu, kuruluş amacı, öğretim eleman ve programları açısından açıklığa kavuşturulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Arzu M. NURDOĞAN