Dîvân İlmî Araştırmalar olarak 2005 yılında "Türk düşüncesi" konusunu ele almak için yola çıkmış ve 18. sayımızı bu çerçevede "klasik dönemde Türk düşüncesi" hakkında kaleme alınmış makalelere ayırmıştık. Elinizdeki 19. sayımızda ise "modern dönemde Türk düşüncesi" meselelerini tartışmaya odaklanmış bir dosyayı düşüncenin dîvânına davet ettik.
Satın alOsmanlı Devleti'nin son döneminde başlayan yenileşme hareketleri; zamanla toplum hayatımızın hemen her alanını etkileyen ve ülkemizin geleceğini şekillendiren bir nitelik kazandı. Günümüz itibariyle de entelektüel hayatımızın en merkezî problemlerinden birini oluşturuyor. Batılılaşma, modernleşme, batıcılaşma vb. gibi çok farklı anlamları olan kavramlarla tanımlanmaya çalışılan bu süreç hakkındaki literatür gerek adlandırma, gerek dönemlendirme ve gerekse bu süreçle hedeflenen şeyler konusunda pek çok tartışmayı içerir. Bu yazıda batılılaşma literatüründe karşımıza çıkan belli başlı değerlendirme biçimleri ele alınmaktadır. Batılılaşma süreciyle ilgili meselelerin araştırmacılarımız tarafından nasıl ele alındığı eleştirel bir biçimde değerlendirilmiş ve modernleşme tarihimizin hala aydınlatılmayı bekleyen pek çok soruyu barındırdığı da gösterilmeye gayret edilmiştir.
Yücel BULUTBu makalede, Türk siyasi düşüncesinin en önemli sorunlarından biri “siyasallığın eksikliği” olarak konulacaktır. Bu eksiklik Türk siyasi düşüncesinde bir kayıp halka olarak betimlenmektedir. Hiçbir siyasi eğilimi ayırt etmeksizin, Kemalizm, İslamcılık ve Sosyalizmin her biri de dahil olmak üzere, bütün düşüncelerde siyasi halkanın kaybolmasına yol açan etkenler üzerinde durulmaktadır. Siyasallık en temel düzeyde insanın bir politik özne, bir karşıtlığın tarafı olarak kurulması ve kendi kaderini tayin arayışı olarak düşünüldüğünde, siyasallığın ortaya çıkmasını önleyen değişik düşünme biçimleri tespit edilebilir. Carl Schmit ve Slavoj Zˇizˇek'in yaklaşımlarından yola çıkılarak arche-politik, para-politik, meta-politik, anti-politik ve post-politik tutumlar tanımlanmakta ve her birinin siyasallığın gelişmesine ket vuran etkileri tartışılmaktadır. Türk düşüncesindeki değişik kaderci, komplocu, indirgemeci ve klişeci eğilimlerin kaynakları bu kavramlar eşliğinde değerlendirilmekte ve çağdaş siyasal düşünce içerisinde içtihat kavramı siyasallığın tekrar tesisi için güçlü bir imkan olarak yeniden düşünülmektedir.
Yasin AKTAYII. Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması ve sonraki yüzyıllarda çoğunlukla yenilgi ile biten uzun savaşlar, Osmanlı'dan Cumhuriyet Türkiyesi'ne uzanan tarihsel süreçte, askerî, idarî, malî, siyasî, sosyal ve fikrî alanda büyük bir devinim ve dönüşüme yol açtı. İlk dönemlerde kötü gidişi işaret eden layihalar, çözüm olarak Kanun-ı kadim'e, geçmişe yeniden dönmeyi öneriyorlardı. 18. asrın ikinci yarısından itibaren ise geçmiş, kötü gidişatın müsebbibi olarak görülmeye başlandı. Geç dönem Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet aydınları ‘köhne' geçmişin karşısına, ‘kurtarıcı' ve ‘şanlı' gelecek fikrini çıkardılar. Böylelikle iki asırdan bu yana, toplumsal, siyasal ve bireysel düzeyde geçmiş ve gelecek arasında bocalayan, pragmatizm ve acelecilik vasfı nedeniyle ‘eylem' merkezli olan, büyülü bir kavram olarak tekniğin yüceleştirildiği, bizatihi ‘insan'ın ve ‘tefekkür'ün anlamsız kılındığı bir Türk batılılaşması tecrübesi ile karşı karşıyayız. Bu çalışmada esas itibariyle, başlangıçtaki bu politik bocalamanın sonraları kültürel ve varoluşsal bir kararsızlığa nasıl dönüştüğü tartışılmaktadır.
Faruk DENİZNizâm-ı Cedid dönemi layıha ve risaleleri günümüze kadar birbirinden bağımsız ele alınmışlardır. Son zamanlarda ise bunların topluca değerlendirilmesi dönemle ilgili yeni yorumların geliştirilmesini mümkün kılmaktadır. Bu makalede, yenileşme programını destekleyen bu eserler hedef kitleleri, amaçları, kullandıkları söylemler ve kavramlar açısından gruplandırılarak Ceditçi entelektüellerin düşünce yapıları incelenecektir. Günümüzde her ne kadar çağdaşlaşmayı, etnik ve dini farklılıkları aşan modern ve seküler bir kimlik inşa etme ve dini kamusal alandan çıkartma çabası olarak görme eğilimi varsa da bu devir Batılılaşma kadar İslami ortodoksiyi güçlendirme çabalarına da tanık olmuştur. Ceditçi rical Yeniçeriler ve Bektaşiler kadar gayrimüslimleri de kendilerine rakip olarak görmekteydi. İlk iki gruba giren layıhalar ve sefaretnameler hedef kitle olarak devlet ricalini seçip sorunları teşhis etmekte ve çare olarak çeşitli yenileşme modelleri sunmaktaydılar. Üçüncü grubu oluşturan risaleler yeni reform önerileri getirmezken dışarıda Avrupalılara Nizâm-ı Cedid'in Avrupai yüzünü göstererek Napoleon döneminde içine girilen meşruiyet krizini aşmaya çalışıyor, içeride ise mukâbele-i bi'l-misl, ulu'l-emre itaat, din ü devlete hizmet gibi İslami kavramları kullanarak yenileşme programını bir nevi toplumsal harekete dönüştürme uğraşı veriyorlardı. Diğer yandan son gruba giren eserler tekrar devlet ricaline dönerek yenileşme programının yetersizliklerini eleştirmekte ve yeni öneriler getirerek adeta Nizâm-ı Cedid'in bir bilançosunu çıkartmaktaydılar. Son olarak belirtmek gerekir ki bu dönemin bir isyanla sona ermesini açıklarken dini-kültürel etkenler yerine Ceditçi ricalin meşruiyetini yok eden konjonktürel şartlara eğilmek (örn. Napolyon dönemi diplomasisi, Dağlı ve Vahhabi isyanları, Osmanlı-Rus savaşı vb.) daha makul durmaktadır.
Kahraman ŞAKULTürklerin Avrupalılarla ilişkilerinin uzun tarihi seyri her iki tarafın kimlik oluşum sürecinde belirleyici etki yapmış görünmektedir. Avrupalılara karşı uzun süre üstünlük sağladıktan sonra önce denkliklerini, ardından da üstünlüklerini kabul süreci Türk kimliğinde kalıcı izler bırakmıştır. Bu tür bir etki ortamında yetişen son dönem Osmanlı aydınlarından bir grubun oluşturduğu Garbcılar hareketinin iki önemli ismi, Celal Nuri ve Doktor Abdullah Cevdet Avrupa'ya karşı takınılması gereken tavır konusunda sert tartışmalar yapmışlardır. Bu makalede esas olarak, Balkan harplerinin akabinde Avrupa'ya karşı husumetle mi, muhabbetle mi yaklaşılacağı konusunda yapılan tartışmalar incelenmektedir. Bu çerçevede ele alınan hususlardan biri de, tek medeniyet anlayışına karşı geliştirilen fikirler ve bu tartışmaların Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarına kadar nasıl bir seyir izlediğidir.
Tufan BUZPINARTarih araştırmalarında yapılması gereken ilk iş kaynakların tespitidir. Ama daha mühimi, bu kaynakların içinden en kıymetlilerinin seçimidir. Bu meselede ilk adım bir kaynağın nasıl, ne şartlar altında ve kimlerin eliyle oluştuğu sualini sormak ve buna bir cevap aramaktır. Burada kaynağın bir dış tenkidi, yâni menşei meselesini vuzuha kavuşturmak gibi bir usûl çalışması bahis mevzuudur. Bu yapılmadığı takdirde iç tenkidi, başka bir ifade ile bilgi bakımından kıymetini ortaya koymak mümkün olamaz. Değeri hakkında bir tespit yapılmadan kullanılan kaynaklara dayanan bir araştırmanın değerini ve ilmî bakımdan katkısını doğru bir şekilde tespit etmek imkânı yoktur. Bu bakımdan bilhassa yazarı bilinen kaynakların da her şeyden önce bir değerlendirilmeye tâbi tutulma mecburiyeti vardır. Bu hususta araştırmacılara düşen vazife eserden önce yazarını, yâni müessirini tanımaktır. Bu yapılmadan hiçbir kaynağın tam ve doğru bir şekilde değerlendirilmesi mümkün değildir. Yakın tarihimizde Sultan II. Abdülhamid'in Hâtıra Defteri adıyla defalarca basılan ve tarihçiler tarafından hâlen kullanılan bir kitabın gerçek yazarının, daha doğrusu iki yazarının tespiti ve bu kaynağın tarihçilik bakımından değeri hakkında yapılan araştırmanın dikkate değer neticeler verdiği görülmektedir. Bu örnek vesilesiyle, hâtıratın ve benzeri metinlerin gerçek değerini tespit meselesinde tarihçiliğimizde görülen ihmâllerin de bir örneği görülür. Benzeri araştırmaların her kaynak için yapılması gereği de bir kere daha ortaya çıkmaktadır.
Ali BİRİNCİOsmanlı Devleti'nin son döneminde milliyetçi akımların ve misyonerlik çalışmalarının olumsuz etkilerinin artması üzerine Sultan II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) eğitimin ıslahına yönelik politikalar önem kazanmıştır. Mutlakiyet döneminin son sadrazamı Avlonyalı Arnavut Mehmed Ferid Paşa'nın dört buçuk yıl süren (Mart 1898-Kasım 1902) Konya valiliği sırasında eğitim alanında yaptığı faaliyetler ilgi çekicidir. Bu makale Ferid Paşa'nın İstanbul'la yaptığı çeşitli yazışmaları inceleyerek, Osmanlı taşrasının Anadolu'daki bu önemli yöresinde gerçekleştirilen eğitim faaliyetlerini konu edinmektedir. Bu bağlamda, Ferid Paşa'nın Eylül 1901'de Konya vilayetinin durumuyla ilgili arz ettiği on altı sayfalık uzun bir layiha analiz edilmiş ve transkripsiyonu da makaleye eklenmiştir. Layihanın “Umur-ı Maarif” bölümünde Vali Ferid Paşa, vilayetteki eğitim kurumlarının ıslahı için üç buçuk sene boyunca köyleri bile teftiş ettiğini ifade etmiştir. Ferid Paşa'nın layihada verdiği bilgilerin büyük kısmının diğer vilayetler için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır ki, ülkenin eğitim müesseselerinin 20. yüzyıl başında ne durumda olduğunu göstermesi bakımından bu husus son derece önemlidir.
Abdulhamit KIRMIZITanzimat, siyasî ve ictimaî alanda olduğu kadar iktisadî olarak da yeni gelişmelerin ve buna bağlı olarak zihnî dönüşümlerin yaşandığı bir devir olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu makale öncelikle, Tanzimat dönemi Osmanlı bürokrat ve aydını Münif Paşanın Osmanlı Devleti'nde 1840'ların siyasî ve ekonomik şartlarında filizlenmeye başlayan Batı merkezli yeni iktisat anlayışıyla ilgili düşüncelerini, dönemin önemli iktisadî tartışmalarından hareketle Osmanlı iktisadî düşüncesine katkısı bağlamında ele almaktadır. Makalede ayrıca, Osmanlı'da modernleşme sürecinin etkisinde gelişmeye başlayan modern iktisat anlayışı konusunda fikir yürütüp eser kaleme alan dönemin diğer aydınları ile birlikte Münif Paşanın Osmanlı iktisat tarihindeki yeri incelenmektedir. Buna bağlı olarak bu çalışmada, XIX. yüzyılda Osmanlı iktisadî zihniyetinin ve dolayısıyla iktisadî yapısının dönüşümü de resmedilmektedir.
Fatma Samime İNCEOĞLUII. Meşrûtiyet devri (1908-1918), modernleşen Türkiye'nin Tanzimat'tan sonraki önemli bir eşiğidir. Bu makalede II. Meşrûtiyet devri modernleşme hareketi içinde hikâyeye yansıyan “kadın” problemleri incelenmiştir. Makale, “Tesettür Meselesi”, “Harem Tartışması”, “Kadın Haklarının Talep Edilmesi” ve “Değişen Kadın” alt başlıklarından oluşur. Hikâyelerde Osmanlı'nın değişen yaşamında Türk kadınının gelenekle modern arasında yaşadığı ikiliğe vurgu yapılmıştır. Kadın hakları ve özellikle kadının boşanma hakkı elde etmesi hikâyelerde teşvik görmesine rağmen, tesettürün tamamen kalkmasına dair bir ifadeye cesaret edilememiştir. Bu çalışmayla küçük hikâyelerin aynasından hareketle Osmanlı'nın çöküş döneminde, modernleşme sürecindeki Türk insanı gözlemlenmektedir.